7 Kasım 2005 günü Kars Belediye Meclisi oy birliğiyle bir karar almıştı. Görkemli Kars Kalesi’nin karşısında, görkemli bir “İnsanlık Anıtı” yaptırılacaktı. Bu anıt, Ermenistan’daki “soykırım” iddialarına bir yanıt niteliğinde olacaktı ve konulduğu topraklardaki insanların yaşadığı acıları sembolize edecekti.

Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, heykeltraş Mehmet Aksoy’la sözleşme imzaladı. Aksoy, 24 buçuk metre yüksekliğinde etkileyici bir heykel tasarladı, inşaatına başladı.

Türkiye’nin Ermenistan açılımı yaptığı yıllardı ve Ermenistan’la ilişkiler, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’a gidip maç izleyeceği kadar ilerlemişti. Haliyle o günlerde İnsanlık Anıtı’yla ilgili hiçbir sorun yaşanmadı.

★★★

Gelin görün ki; anıtın inşaatına başlanmasından beş yıl sonra Ermenistan’la ilişkiler yine bozuldu ve o günlerde Başbakan olan Tayyip Erdoğan anıt için “ucube” dedi. 2011’de Erdoğan’dan talimat alan belediyeye anıtı parçalara ayırarak yıktı.

Anıtın yıkılmasının üzerinden 11, Anayasa Mahkemesi’nin anıt yıkılmasının heykeltraş Mehmet Aksoy’un ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi anlamına geldiğine ve Aksoy’a tazminat ödenmesine hükmettiğine dair kararının üzerinden ise 3 yıl geçti.

Türkiye bir kez daha Ermenistan açılımı yapıyor. İki ülke özel heyetler oluşturdu ve düzenli görüşmeler yapmaya başladı. Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Antalya Diplomasi Forumu kapsamında Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan’la buluştu. Hem Çavuşoğlu, hem Mirzoyan ilişkilerin normalleşmesi için çalışmaya devam edeceklerini beyan etti.

★★★

Yıllarca diplomasi izlemiş bir gazeteci olarak şunu rahatlıkla yazabilirim:

Bu olay, ne yazık ki Türk dış politikasındaki tutarsızlıkların özeti gibidir ve bu tablo profesyoneller tarafından yönlendirilmeyen, sadece İngilizce bildikleri için kendilerini kıdemli büyükelçi sanan şahısların eseridir.

Aynı ülkeyle bir kardeşiz bir düşman.

Sadece Ermenistan mı?

Aynı şey Mısır için geçerli: Mursi’yi ölüme sürükleyen General Sisi uzun süre düşmandı, şimdi kendisiyle diyalog kuruluyor.

Birleşik Arap Emirlikleri, her yerde düşmanca hareketlerle karşımıza çıkıyordu. Libya’da, Suriye’de Mehmetçiğe silah sıkanlara maddi destek veriyordu. Bu ülkenin İçişleri Bakanı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz darbe girişimini açıktan desteklediğini açıklamıştı. Şimdi ne hale geldik? Aramızdan su sızmıyor. BAE emirinin önüne turkuaz rengi halılar seriyor, özel kıyafetli süvarilerle karşılıyoruz. Memleketin kıymetli arsaları, kurumları BAE’ne satılıyor.

İsrail’e ne demeli?

Kısa süre önce “One Minute” diye övünüp duruyorduk. Ayrıca Mavi Marmara gemisinde İsrail tarafından öldürülen vatandaşlarımızı yıllarca seçim malzemesi yaptılar. Bu ülkeyi yönetenler defalarca İsrail’i “terörist devlet” ilan ettiler. ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıdı diye kıyameti kopardılar. O büyükelçilik hala orada duruyor, İsrail’in Gazze’de yaptıkları sürüyor ama biz bugünlerde İsrail’le yeniden “kanka” oluyoruz.

Rusya’yla uçak krizini hatırlatmama gerek yok sanırım. Aynı şey ABD’yle ilişkilerde de söz konusu. Yani “bir kardeş, bir düşman” durumu, Rusya’yla ve ABD’yle ilişkilerde de hep canlı.

★★★

Yanlış anlaşılmasın, ben bugünlerde atılan diplomasi adımlarını doğru bulanlardanım. Erdoğan’ın “monşerler” diye dışladığı diplomatların işi yeniden ele almasını, Antalya’da güzel işlere imza atmalarını alkışlıyorum.

Ancak şu notu düşmeden de edemiyorum:

Türkiye’nin çıkarları önemlidir ve dış politikamızın ana omurgasını ülkenin çıkarları belirlemelidir. Dış politikamızı ülke çıkarlarının yerine yöneticilerin ve danışmanlarının sınırlı kapasitesine, birikimine ve ideolojisine göre belirlersek, işte böyle bir gün beyaz dediğimize ertesi gün siyah deriz.

Mehmet Aksoy’un heykeli bir sanat eseri olarak ucube olmaz ama bu tutarsız manzaralarla dolu dış politikaya rahatlıkla “ucube” diyebiliriz.

Ne diyeyim, her zaman sözleri dinlenmese de iyi ki hâlâ Hariciye’nin profesyonel kadroları var ve bu “ucube” dış politika adımlarını sonlandırabiliyorlar.

Bir yere gitmeyin lütfen!


Bugün Tıp Bayramı. Bütün olumsuz koşullara rağmen bu ülkenin insanlarına sağlıklı günler yaşatmak için emek harcayan bütün idealist hekimlerimizin, hemşirelerimizin ve sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı’nı kutluyorum. Değerli hekimlerimiz, ülkenin Cumhurbaşkanı “gidin” dese de siz bir yere gitmeyin lütfen. Bizler de destek olalım, hakkınızı aramaya devam edin. Ulu önderimiz Atatürk’ün dediği gibi (kalbimiz teklediğinde, nefessiz kaldığımızda, ağrıların pençesindeyken) kendimizi size emanet etmek isteriz. Hepimizin size ihtiyacı var.