1960’lı yıllarda ODTÜ’den mezun olmuş, sayısı her geçen gün azalan çoğu mühendis bir arkadaş grubumuz var. WhatsApp üzerinden haberleşiyoruz. Yılda birkaç kez de Kalamış’ta Todori adıyla bilinen lokantada rakı eşliğinde vatan kurtarma daha doğrusu “AKP’den kurtulma” toplantıları yapıyoruz. Grubun adı, “ODTÜVeteranlar”. Veteran İngilizce’de “eski muharipler” demektir. Eski askerler veya bir mesleğe uzun yıllarını vermişler anlamında da kullanılır. Veteranların ortak özelliği geçmişe duydukları hüzünlü özlemdir. Velev ki; o geçmiş, acı yaşanmışlıklar içerse de yine de güzeldir. Çünkü güzel olan, başlarından geçenler değil, zaman süzgecinin “çöpünü ayıklayıp, tanesini bıraktığı” gençlik yılları hoşafıdır. Yıllar önce bir televizyon programında ünlü psikiyatrist Dr. Rasim Adasal’a (1902-1982) “Hocam nostalji nedir?” diye sormuşlardı. O da “Nostalji; nevralji, alerji gibi bir hastalık türüdür” demişti. Ben, sadece bizim ODTÜ’lü değil, sayıları belki de milyonu aşan okumuş-yazmış çeşitli meslek veteranlarının tedavisi imkânsız nostaljiye duçar olduğu kanısındayım. Çoğu, Türkiye’nin 2002’ye kadar “devr-i saadet” döneminde yaşadığı rüyasını görüyor.

HALKIN TERCİHİ DEMOKRASİDİR

İyi kötü Türkiye’de 1946’dan beri çok partili seçimler yapılıyor. Ülkeyi de seçilenler yönetiyor. Bu süreç, iki üç defa askeri darbeyle kesintiye uğrasa da istikamet değişmedi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, demokrasi bitti diye kötümserliğe kapılanlara ustamız Çetin Altan, cuntayı kast ederek “Geldikleri gibi gidecekler” demişti. Nitekim daha ilk genel seçimlerde Turgut Özal başbakan oldu. Ülkemiz, laik “Ordu+Yargı+Bürokrasi” kadrolarının “fren”, seçilmiş hükümetlerin “gaz” pedalına bastığı bir “denetle-dengele” mimarisi içinde yönetilirdi. AKP, FETÖ’nün yardımıyla bu mimariyi yıkmaya çalıştı. Birlikte o kadar başarılı oldular ki; neredeyse AKP güme gidiyordu. Neyse ki, bu badire (çok pahalıya mal olsa da) atlatıldı. Böylece Türkiye “halkın kararlılığı” sayesinde, serbest seçime dayalı demokrasi yürüyüşünü sürdürdü. Yaklaşan cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri bu uzun yürüyüşte bir aşamadır. Asla tünelden önce son çıkış değildir.

YETİŞ İMDADE ET SICAK PARA!

Türkiye bugün, Osmanlı atalarından devraldığı “el parasıyla kalkınma” iktisat politikasının doğal sonucu olan yeni bir “döviz bitti krizi” içindedir. Buna bir de pandemi ve Ukrayna savaşının yarattığı olumsuzluklar eklenmiştir. Pahalılık bu yüzden patlamıştır. Türkiye “cari fazla” veren bir ülke olsaydı ne dolar ne de fiyatlar bu kadar fırlardı. Bu patlamayı “nas var diye faizi indirmek” tetikledi. Nokta. Cari açığa dayalı büyüme politikasını kıyasıya eleştirmeme rağmen bazen de “herhalde başka türlü olamadığı için böyle oluyor” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Tezimden vazgeçmiyorum, ama ister AKP ister muhalefet seçimi kazansın bunun değişmeyeceği gerçeğini de kabullendim. Bu seçimleri muhalefet kazanabilir. Ama bu AKP+MHP “sıfır” oy alacak demek değildir. Kim iktidara gelirse gelsin, karşısında nüfusun asgari %40’ınca desteklenen diğer adayı bulacaktır. Erdoğan’a veya rakibine oy verenler, seçimden sonra buharlaşıp yok olmayacağına göre, liderleri de önemini koruyacaktır. Seçimden önce ve sonra huzur istiyorsak, öncelikle rakibi düşman olarak görmekten kaçınmak gerek.

SON SÖZ: Seçilene saygı duy, seçenlerden dolayı.