Yaşayarak ve okuyarak görüyoruz ki; milletler kalubeladan beri savaşmaktadır. Tarihten savaşlar çıkarılsa geriye pek bir şey kalmaz. Peki, insanlar niçin savaşıyor? Acaba bireyler, geçimini sağlamak ve bunu en üst düzeyde sürdürmek için “ekmek kavgası” verdikleri için mi, millet olup devlet kurunca, aynı nedenle yani iktisadi amaçlarla savaşır olmuştur? Yoksa, milletleşip bir devlet kurunca, kurdukları devlet denen organizma, kendine bir “varlık nedeni” (raison d’etre) yaratmak için mi sürekli savaş çıkartmaktadır? Bu gayeye hizmet etsin diye de yurttaşlarını savaşçı hatta “savaş-sever” yapmaktadır. Bu tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan çıkar sorusu değildir. O sorunun doğru cevabı zaten “yumurta tavuktan çıkar”dır. Çünkü her canlı bir şekilde soyunu sürdürmüş, evrim sonucunda tavuklar yumurtlayarak neslini devam ettirenlerden olmuştur. İnsanlar ve hayvanlar başka canlıları ölü veya diri yiyerek yaşamlarını sürdürür. Bu bir doğa kanunudur. Fotosentez yeteneği olan (yani gıdasını, güneş enerjisini kullanarak cansız maddelerden kendi kendine üretebilen) bitkiler bile yaşamlarını kolaylaştırmak için diğer bitkilerin suyunu ve havasını çalar. Bu da doğa kanunudur. Demek ki; bireyler ve onların oluşturdukları aileler, kavimler, halklar, milletler ve inşa ettikleri devletler fıtraten savaşçıdır.

MEDENİYET İNSAN YAPMASIDIR

Bir şeyin doğal olması, onun iyi olması anlamına gelmez. Doğal yani yabanıl yaşamda (wildlife) onun diyalektiği gereği döngü ve denge vardır. Ama gelişme yoktur. Yabanıl hayat hep başladığı noktaya geri döner. Alet geliştiren insanlar “medeniyetler (civilizations) inşa ederek” bu döngüyü kırmıştır. Bu yüzden insan yapması medeni hayatta denge de yoktur. Ama gelişme vardır. Medeni hayat başladığı noktaya geri dönmez. Medeniyet, avlanmak için silah yapmakla yani teknolojiyle başlamıştır. Ama gelişmesini silah dışı başka aletler de yapılmasına borçludur. İnşaat mühendisliğine İngilizcede “civil engineering” denir. Burada “civil” (sivil) askeri olmayan anlamındadır. Mekanik, kimyasal ve elektronik teknolojilerin savaşlar sayesinde geliştiği inkâr edilemez. Yönetim bilimleri de aslında savaş ilminin bir türevidir. Nasıl iktisat, kıt kaynakları sonsuz ihtiyaçlar arasında, en yüksek hasılayı yaratacak şekilde tahsis etme sanatıysa, komutanlık da sınırlı imkânlarla, en yüksek taarruz veya savunma yetkinliği yaratma becerisidir.

SİVİL MEDENİYET-CIVIL CIVILIZATION

Özetle; savaşların tohumunu, ekmek kavgası veren bireyler atmış, devletler de bunu kurumsallaştırmıştır. Savaşı kurumsallaştıran devletler sayesinde de büyük medeniyetler kurulduğu doğrudur. Ancak nihai amacı harp olan bir medeniyet “toplamı sıfır olan” (zero sum game) bir oyundur. Hatta bu oyun hiç beklenmedik bir anda “toplamı eksi olan” bir “kaybet-kaybet”e dönüşebilir. Cumhur ittifakının Malazgirt, Millet ittifakının Dumlupınar zaferinin tapusunu kendi adına çıkartmaya çalıştığı şu son bir haftada, savaşı kutsayarak “tarihten husumet çıkaran” yazıları okumak beni üzdü. 1000 yıl önce Bizans’ı, 100 yıl önce Büyük Devletleri’nin savaş taşeronu Yunanlıları yenmemizi bu kadar övünçle kutlamanın kime ne faydası var? Sürekli zafer naraları atarak, ulusumuzu başka milletlere düşman gözüyle baktırmaya çalışmanın amacı ne? Barışçı olması gereken laik yazarların bile “savaşçılığı rakibe kaptırmamak için” bu yarışa katılması yanlıştır. Ben, Yunan Başbakanı Venizelos’un (1864-1936) Atatürk’ü ne gerekçeyle 1934’te Nobel Barış ödülüne aday gösterdiğini ve Atatürk’ün Balkan Paktı’nı kurma girişimini tekrar tekrar dinlemek ve bununla gururlanmak istiyorum.

Son söz: Atatürk bir barış kahramanıdır.