TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) bu yılın (2022) ikinci üç ayında GSYH’nin (galat olarak milli gelir) “zincirlenmiş hacim endeksi olarak” bir önceki yılın aynı dönemine göre %7.6 büyüdüğünü açıkladı. TÜİK, bu hesabın uluslararası standartlara göre yapıldığını söylüyor. Doğrudur. TÜİK hem Birleşmiş Milletler hem de Avrupa Topluluğu hesaplama kılavuzlarını kullanıyor. Ancak bunları kullanıyor olması, hesaplamanın doğru olduğunu kanıtlamaz. Enflasyonu hesaplarken de uluslararası standart yöntemler kullanıyor. Ama bırakın sokaktaki vatandaşı, bilim adamlarını bile ilan ettikleri oranların doğruluğuna inandıramadı. İlk soru şudur: Enflasyonu doğru ölçemeyen TÜİK, enflasyondan arındırılmış %7.6’lık hacimsel büyümeyi yanlış hesaplamış olamaz mı? Aksi kanıtlanıncaya kadar bültendeki sayıları kullanacağız. Başka çare yok.

TL’NİN DEĞER KAYBI CARİ AÇIĞI HACIMSAL OLARAK AZALTMIŞTIR

Bazı iktisatçılar, TL’nin değer kaybı, cari açığın daralmasını sağlar hipotezinin yanlış olduğu iddiasını çocuksu bir inatla sürdürüyor. Cari açığın, bu yılın gerek birinci ve gerekse ikinci çeyreğinde “parasal” olarak (dolar cinsinden) genişlemiş olmasını da iddialarının doğru olduğuna kanıt olarak gösteriyorlar. Halbuki, hesaplar, analiz edildiğinde cari açığın birinci çeyrekte olduğu gibi ikinci çeyrekte de “hacimsel” olarak nispeten daraldığını göstermektedir. Çünkü bu çeyrekte mal ve hizmet ihracatı %16.4 artarken, mal ve hizmet ithalatı sadece %5.8 artmıştır. Eğer TL değer kaybetmemiş, aksine sıcak para girişiyle değerlenmiş olsaydı, cari açıktaki bu nispi daralma gerçekleşmeyecek ve hacimsel olarak da büyüyecekti. Bunu söyledikten sonra, “faiz sebep-enflasyon neticedir” diyerek, halkı dolara hücum ettiren ve TL’nin kısa sürede aşırı değersizleşmesini doğuran politikayı onaylamadığımı açıkça beyan etmek istiyorum. Rekabetçi kur böyle oluşmaz. Bu, olsa olsa bir devalüasyon-enflasyon sarmalı yaratır.

GSYH İÇİNDE EMEĞİN PAYI EN AZ %60’DIR

TÜİK’in “Dönemsel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla 2022-2.Çeyrek” bülteninin medyada en çok yankılanan bölümü “İşgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içindeki payı %31.2’den, %25.4’e indi” bulgusu oldu. İşgücü ödemelerinin payı azalınca, cebirsel olarak “İşletme artığı/karma gelir” in payı %47.6’dan %54’e çıkmış, “Sabit sermaye tüketimi” (amortisman) payı da %21.8 olarak hesaplanmış. Profesyonel solcu, amatör iktisatçılarımız, çıkarma yoluyla hesaplanan bu “işletme artığı-karma gelir” başlıklı faktör gelirleri kümesini “sermaye” sahibi gerçek kişilerin, milli gelirden aldığı pay diye anladılar. Bu tamamen yanlıştır. Bu %54’ün çok büyük bir kısmı da bir işverene bağlı olmadan kendi hesabına çalışanların emekçilerin “emek” geliridir. Bunların başında çiftçiler gelir. Esnaf ve sanatkârlar ile dişçi, eczacı, doktor, avukat muhasebeci gibi serbest meslek sahipleri hatta telif hakkı alan gazeteciler de bu kümeye girer. Sermaye gelirleri “kâr, kira ve faiz”den oluşur. Buna kâr veya ücret görünümlü “rantlar” eklenmelidir. Reel faizin olmadığı, kira gelirlerine tavan konduğu ve enflasyon muhasebesi kullanılmadığı için patlayan fiktif ticari kârlar hesaba katılmadan yorum yapmak ciddi yanılgıya sebep verir. Bu yılın kupon vakası Merkez ve Hazine sayesinde patlayan banka kârlarıdır.

Son söz: Niteliğini bilmediğin sayıyı kullanma.