Kendisi de Nobel ekonomi ödülü (2008) almış bir iktisatçı olan Paul Krugman, bu yılki Nobel ekonomi ödüllerini değerlendirmiş. Krugman, kıdemli üniversite profesörlüğü yanında New York Times gazetesinin ekonomi köşe yazarıdır. Bazı yazıları haftalık Oksijen gazetesinde yayınlanıyor. Krugman, ödül “panik ekonomisine” gitti diyor. Bu yılki ödül, “finansal panik” halinde merkez bankası ve hükümetin (maliye ve hazine) nasıl davranması gerektiğini irdeleyen üç iktisatçıya birden verildi. Bu kişilerden en önemlisi 2008-9 krizi sırasında Amerikan Merkez Bankası başkanlığı yapan Ben Bernanke’dir. Çünkü Bernanke, sadece teorisyen değil aynı zamanda uygulamacıdır. Tabiri caizse meydan muharebesi kazanmış bir generaldir. Diğer iki hoca, Diamond ve Dybvig, finansal krizin çıkmaması veya kriz uç verirse büyümeden önlenebilmesi için şimdiden finans sektöründe “banka tanımını” genişleten bir yapılanma önermekteler. İkinci paragrafa geçmeden şunu söyleyeyim ki, bu büyük iktisatçıların gözlem ve söylemleri, parası döviz (hard currency) olan gelişmiş ülkeler (hatta daha çok Amerika) için geçerlidir. Bırakın “dış-borç-kolik” ve “çift paralı” Türkiye’yi, bu gibi sorunları olmayan Avrupa ülkeleri ile Japonya veya Çin için bile “bir-e-bir” geçerli değildir.

MERKEZ BANKASI İLE BANKALAR BİR BÜTÜNDÜR

Bankaların işlevleri iki kümede toplanır. Birincisi “ödemeler sistemi” kurup işletmektir. Yani kişilere, firmalara ve kamuya bir yerden bir yere nakit taşımadan ödeme veya tahsilat yapma hizmeti sunmaktır. Ekonomide özellikle iç ve dış ticarette hareket ve bereketin devamı için ödemeler sisteminin aksaksız ve güvenli bir şekilde çalışması şarttır. Bankaların ikinci işlevi ise küçük ve kısa vadeli mevduattan, büyük ve uzun vadeli kredi yaratmaktır. Bu işlem aslında para yaratmaktır. Dolayısıyla, bir bakıma her banka kendi çapında bir “merkez bankası”dır. Ama merkez bankası gibi “yoktan para yaratma” yani para basma imtiyazı yoktur. Bu yüzden bankalar, mevduat sahiplerinin paniğe kapılıp, hep birden paralarını çekmeye kalkışması halinde acze düşme riskiyle karşı karşıyadır. Böyle bir halin ortaya çıkabileceği düşüncesi bile bireylerin kafasına takılsa, kara gün için nakit tutan kimse parasını bankaya yatırmaz. Evde, kasada, yastık altında saklar. Bu da parasal birikimlerin ekonomi dışına çıkması demektir. Bunun sonucunda mal ve hizmet üretimi aksar. Kapasite kullanımı düşer. İktisatçıların sevdiği tabirle “çıktı açığı” oluşur. Bu da işsizlik ve fakirleşme demektir.

ÖNCE PANİĞE ENGEL OL

Böyle kötü bir tablo oluşmasını önlemek için “mevduat sigortası” ve “zorunlu karşılık” gibi aletler geliştirilmiş ve merkez bankasına, bankalar ödemede sıkışınca onlara nakit sağlama görevi verilmiştir. Bunların bankaları tedbirsizliğe itmemesi için bankalar sıkı denetlemeye tabidir. Yine de finans sektöründe fütursuzluk sonucu bir çöküntü oluşabilir. Bu yüzden ekonominin bütünü krize girerse, merkez bankası ne yapacaktır?  Faizi artırıp, para miktarını mı kısacaktır? Böyle yapılırsa, kriz sınırlanır mı, yoksa tam aksine yaygınlaşır mı? Yoksa aksini mi yapmalıdır? Bernanke bu bapta Mundell (Nobel 1999) gibi düşünmektedir. 1929 Buhranı’nın çıkmasına değil ama büyümesine FED’in sıkı para politikasının sebep olduğu görüşündedir. Bu yüzden 2008-9 krizinde piyasaya “helikopterden” para yağdırmıştır. Diğer hocalar bankayı şöyle tanımlıyor: “İnsanların servetlerini likit olmayan varlıklara yatırırken, onlara likit varlıklar sunan her finansal faaliyet aslında bankacılıktır”. Dolaysıyla, bankaların tabi olduğu mevzuata tabi olmalıdır. Geçmişte olduğu gibi, bundan sonra da piyasa çöküntülerden doğan iktisadi krizlere, bankalar değil, “yüksek getirili-yüksek riskli” ürünler pazarlayan “aracı mali firmalar” sebep olacaktır. Okura ev ödevi: Bunların hareket alanının kısıtlanması ekonomik gelişmenin itici gücü olan inovasyona engel teşkil etmez mi?

Son söz: Panik insana, olası hasardan daha riskli tedbir aldırır.