AKP, ülkenin karşı karşıya kaldığı siyasi ve iktisadi riskleri yönetmek zorundadır. Aynı riskler bundan sonra iktidar olacaklar için de geçerlidir. Yönetilmesi gereken birinci siyasi risk, Türkiye’nin bölünmesidir. Fransızlar ve bilhassa Amerikalılar 1800’lü yıllardan beri Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni ve Kürtlerin, Türklerden ayrılması için çalışmıştır. Bu uğraşları, Ermeni Tehciri gibi bir faciaya sebep olmuştur. Ülkemizde maalesef Ermeni kalmadığı için bu risk gündemden kalkmıştır. Ancak uzun süredir PKK denilen bir terörist örgüt özellikle Amerikalılar tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne bela olsun diye beslenmektedir. Yönetilmesi gereken ikinci siyasi risk, Kıbrıs’ta Türk varlığını sürdürmektir. Yunanistan ile yaşanan gerginlik bunun bir parçasıdır. Üçüncü risk ise Türk toplumu içindeki “laik-dindar” fay hattına kama sokarak darbeyle başa gelmeye çalışmış FETÖ’nün veya türevi bir örgütünün dirilmesidir.

TEHLİKE TANIMLANMIŞSA RİSKE DÖNÜŞTÜRÜLÜP YÖNETİLEBİLİR

Risk yönetiminin birinci aşaması, tehlikenin farkına varıp onu tanımlamaktır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun varisidir. Cumhuriyet inkılâbı da Islahat ve Tanzimat reformlarının devamıdır. Bir milletin tümü bir gecede ölüp, ertesi sabah yeni bir millet doğmaz. Yapısal özellikler, isterseniz sosyal genom deyin kolay değişmez. II. Dünya Harbi’nde Almanya yenilmiş ama Alman milletinin mühendislik ve ekonomisinin cari fazla verme yeteneği yok olmamıştır. Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı kalıtımsal iktisadi hastalığı “dış-borç-kolik”tir. Dolayısıyla yönetilmesi gereken risk “dövizsiz kalmaktır”. Ne mutlu ki, bünye cari açığı kapamakta ne kadar gabiyse, dış borç bulup, açığı sürdürmekte o derecede mahirdir. Muhtemelen alacaklılarımız Türkiye’nin “dış-borç-kolik”ten kurtulmasını istememektedir. Biz sıkıştıkça ona yeni dış borç vermekte bu yolla Türkiye’nin aşırılıklarını dizginlemekteler.

GO WEST YOUNG TURK

Orta Asya steplerinde susuzluktan ağzı, dili kurumuş atalarımız mümbit topraklara kavuşmak için önce doğuya yönelmiştir. Ancak Çinliler duvar (Çin Seddi) inşa ederek bunu engellemiştir. Bunun üzerine onlar da Batı’ya gitmeye karar vermiştir. Bu uzun yürüyüş Viyana kapılarında son bulmuştur. Batı ile tanışan hatta onunla melezleşen Osmanlı Türkleri, gelişme, duraklama ve hatta gerileme dönemlerinde bile hep Batı ile birlikte olmak istemiştir. Çünkü Batı, güzeldir. Ancak Batı (ABD, AB ve NATO diye okuyun) fırsat buldukça Türkleri pataklamaktan da geri durmamıştır. Yine böylesi sonbahar günlerindeyiz. Başkan Erdoğan, Batı’nın yarattığı riskleri yönetmek (hedge) için “Ey Türk! Doğu’ya git” dedi. Özünde bir “Çin-Rus” ortak yapımı olan Şangay Kulübü’ne girmeye karar verdi. Sonra ABD’ye gidip Biden’a gıyabında kalbi bir “hello” çekti. Batı, Şangay hamlesini bir şaka olarak değerlendirebilir. Türkler bizden ayrılamaz der ve sert bir mukabelede bulunmaz. İnşallah da öyle olur. Tarihe not düşelim: Batı’nın attığı kazıkları az çok biliyoruz. Ama Doğu’nun atabileceği kazıklar hakkında pek bir fikrimiz yok. Yani “tehlikenin farkında değiliz”. Şangay işi ciddiyse, muhtemel tehlikeleri şimdiden tanımlayıp “Doğu ile çalışmanın risklerini yönetme” modelini tasarlamamız gerekir.

Son söz: Bir cambaz, iki ipte oynamaz.