Altılı Masa’nın ikinci büyük ortağı İyi Parti’nin ekonomi politikalarından sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bilge Yılmaz’ın, ülkemizin iktisadi durumu ve geleceğiyle ilgili değerlemelerini yakından izliyorum. Bilge Yılmaz, finans eğitimi veren bir profesördür. Amerika’nın saygın bir üniversitesinde doktora yapmış, bir diğerinde kıdemli bir hoca olmuştur. Bu çapta bir finans profesörü, danışmanlık veya fon yöneticiliği yapmasa bile çok, ama çok para kazanır. Böyle bir kişi, vatanına hizmet etmek için “kurallarını bilmediği, bilse de pek umursamadığı bir oyuna” yani siyasete girmiştir. Profesör Yılmaz gibi yüksek IQ’lu insanların özgüvenleri de çok yüksektir. Bu yüzden, lafın önünü arkasını düşünmeden bilimsel olarak doğru gördüğü şeyleri pat diye söyler. Yani siyasi hata yapabilir. Bilge Yılmaz, ekonomiyi rayına oturtma konusunda Türkiye’ye gelmeden önce epey düşünmüş ve bazı fikirler geliştirmiş olmalıdır. Ama ekonomide alınacak kararlar mutlaka “durumsal” (situational) olmak zorundadır. Keynes’in, kendisini fikir değiştirmekle suçlayanlara “Şartlar değişirse, ben de fikir değiştiririm; ya siz ne yaparsınız beyefendi?” (When facts change, I change my opinion; what do you do sir?) yanıtını hatırlayın.

BİNDİR FAİZİ, İNDİR ENFLASYONU

Tek para birimli gelişmiş zengin ekonomilerde geçerli olan (o da şartlara bağlı olarak) “Merkez Bankası’nın faizi yükselterek enflasyonu indirme” mekanizması Türkiye’nin müzmin enflasyon hastalığına çare değildir. Hele hele “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” deyip, Merkez Bankası’na, politika faizini %19’dan, %14’e düşürterek, uyuklayan enflasyon canavarı uyandırıldıktan sonra hiç değildir. Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı iktisat zihniyetini tevarüs etmiştir. Bugünkü Türkiye’nin en keskin Atatürkçüleri bile, Osmanlı dedeleri gibi “dış-borç-kolik”tir. Türkiye ekonomisi “cari açık” vermek zorundadır fikrinin abonesidir. 2011 yılında dış borçla hızlı büyüme politikası cari açığı GSYH’nin, %10’una çıkarınca, ortaya çaredir diye ünlü “5-5-5” formülü atılmıştı. Yani, “%5 büyüme, %5 enflasyon, %5 cari açık” sürdürülebilir denmişti. Bu modelde “Dış Borç Stoku/GSYH” oranı 10 yılda %42 artar.  Dış borç stokunun milli gelirine oranı durmadan artan bir ülkenin ulusal para birimine, bırakın yabancıları, o ülkenin kendi halkı bile güvenmez. Dış borcun faizi de büyüme oranından yüksek olur. Dolaysıyla bu model sürdürülemezdi.

TASARRUF ARACI OLARAK DOLAR

Türkiye ekonomisinde resmi rakamlarda görüldüğü kadar büyük bir cari açık yoktur. Ama daha büyük bir döviz açığı (açlığı diye okuyun) vardır. Türkiye’de enflasyonu patlatan sebep, faizin düşük olması değil, döviz fiyatlarının aniden yükselmesidir. Döviz talebinin 10 ay önce aniden sıçraması da “dış ticaret açığından” değil, halkın tasarrufunu korumak ve hatta voli vurmak için, dolar almasından doğmuştur. Prof. Yılmaz, Ruhat Mengi ile yaptığı söyleşide “Enflasyonu indirmek için faiz artırmanın işe yaradığı günler geride kalmıştır; dolar fiyatı, tam teşekküllü (?) sermaye (hareketleri) kontrollerine gidilmezse artmaya devam eder” diyor. Bununla ne demek istiyor? Acaba Faik Öztrak, Ali Babacan ve Durmuş Yılmaz aynı konuda ne düşünüyor?

SON SÖZ: Avcı, avını ürkütmez.