Bazılarımız, rekabetçi kura (TL’nin değer kaybına) rağmen cari işlemler açığının (hacimsel olarak küçülse de) parasal olarak büyüyor olmasına çok sevindi. Bu arada ihracat şampiyonu Almanya’nın, Ukrayna savaşının yarattığı olumsuzluğa “Dolar/Euro” parite etkisi de eklenince 30 yıl sonra ilk kez dış ticaret açığı verdiğini hatırlatmak isterim. Bu marazi sevincin elbette sebebi var. TL’nin değer kaybı yüzünden hayat pahalılığının arttığı (yani halkın gelirinin, enflasyon kadar yükselmediği) bir dönemde, üstelik cari açığın genişliyor olması AKP’nin iktidardan düşme olasılığını artırmıştır. Bu başlı başına bir sevinç kaynağıdır. İkinci ve daha önemli sebep ise, iktisatçılarımızın kendilerini “haklı çıktık” psikozuna kaptırmalarıdır. Bu ekonomistler “yüksek faiz-düşük kur” taraftarıdır. Bu düstura göre hareket edince “cari açık” büyümekte, büyüyen cari açık, dış borç alarak ve/veya ülkenin milli mirası olan varlıklar satılarak finanse edilmektedir. Osmanlı’dan devralınan bu “el atıyla sefa sürme” alışkanlığı dış borç stokunu ve dışa ödenen faizleri fahiş düzeylere çıkarmakta ve ekonomi kırılganlaşmaktaydı. Bu yüzden “yüksek faiz, düşük kuru” savunmak giderek zorlaşıyordu. Onlar da “yüksek faiz, düşük kur” politikası yanlış mı diye düşünmeye başlamışlardı ki; rekabetçi kura rağmen cari açık büyüyünce batıl inançlarına güvenleri arttı.

PARADİGMA

Yurdum iktisatçıları, ekonomi evrenini Merkez Bankası penceresinden seyreder. Paradigma denen şey de tam budur. Yani olaylara ve oluşumlara hep belli bir açıdan bakıp, onları belli bir değer dizinine göre “doğru” veya “yanlış” olarak tasnif etmektir. Kişi o pencereden ayrılmadıkça  hep aynı şeyleri görecek ve hep aynı çıkarımları yapacaktır. Bu paradigmaya göre iktisadi kalkınma için “fiyat istikrarı” yeter olmasa da “gerek” şarttır. Buna, ben de katılıyorum. Fiyat istikrarı ise “her zaman ve her yerde” faizler yükselterek sağlanır diyorlar. İşte burada yollarımız ayrılıyor. Çünkü faizi yükselterek enflasyonu düşüren ekonomilerle bizim ekonomimiz arasında “yapısal” bir fark vardır. Onların mali sistemi “tek”; bizimki “çift” paralıdır. Tek paralı ekonomilerde yüksek faiz, yatırım ve tüketim harcamalarını kısmak ve bu yolla ekonomiyi soğutmak için kullanılır. Çünkü enflasyon bol paranın yarattığı talepten doğmuştur. Çift paralı ülkelerde ise faiz, artışına “döviz arzını sıcak parayla artırmak” için başvurulur. Çünkü enflasyon, arzı azalan dövizin fiyatının artmasından (devalüasyondan) doğmuştur.

FİNANSAL İSTİKRAR

Tek paralı ülkelerde krizler “varlık fiyatları” balonunun patlamasından çıkar. Çift paralı ülkelerde ise krizler, ulusal paranın aniden ve yüksek oranda değer kaybetmesinden doğar. Merkez bankasının faizi artırması, tek paralı ülkelerde varlık enflasyonu yaratan düşük faiz politikasından bir dönüştür. Enflasyonu kalıcı olarak düşürür. Çift paralı ülkelerde merkez bankasının faizi artırması ise enflasyonu “geçici” olarak düşürür. Çünkü enflasyonu yaratan şey, ulusal paranın değer kaybetmesidir. Gelen sıcak para döviz kurunu baskılar. Enflasyonu bu şekilde düşürmenin ödünü, ülkenin cari işlemler açığının büyümesidir. Cari açığın büyümesi finansal istikrarsızlık demektir. Bu istikrarsızlık, bir süre sonra yeni bir devalüasyona, o da enflasyonda yeni bir parlamaya sebep olur.

Son söz: Cari açık sürdükçe, fiyat istikrarı kalıcı olamaz.