Sevgili okurlarım, 2002 yılında seçimler yapıldı ve AKP isimli bir parti iktidar olmayı başardı.

Türkiye artık rahat bir nefes alacak, baskılar sıfırlanacak ve ortalık yeni ve uygar bir düzene kavuşacaktı.

Üstelik Avrupa Birliği üyesi olacaktık.

Acele ediyorlardı, müzakereleri en kısa zamanda başlattılar.

Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül başkanlığındaki bir heyetimiz Brüksel’e gitti ve bir takım imzalar attı.

Palavranın bini bir paraya gidiyordu.

AB üyeliği için büyük reformlar yapılacak, ekonomi ve sosyal yaşam yeniden düzenlenecek, yasaklar kalkacak, her şey çok daha iyi olacak ve Türkiye her açıdan düze çıkacaktı.

★★★

Yıl 2004...

Kafilemizin Ankara’ya dönüşü ve karşılanması da ‘muhteşem’ olmalıydı...

Büyük hazırlıklar yapıldı.

Her taraf, bütün caddeler mavi renkli AB bayraklarıyla donatıldı.

Yol boyunca kafileyi folklor ekipleri karşıladı.

Atatürk Bulvarında bandolar çalıyordu.

Ankara’nın göbeğindeki Kızılay meydanına büyük bir kürsü kurulmuştu.

Konvoy Kızılay’da durdu...

Ve kürsüye çıkıp nutuklar attılar.

Brüksel’de atılan imzalarla AB yolumuz artık açılmıştı. Hiçbir güç bundan sonra bizim AB’ye girmemize engel olamayacaktı!

O müthiş yalakalık gününü unutmak mümkün değildir.

★★★

Aradan bir süre geçti, devir değişti ve ekonomi yine toslamaya başladı.

Avrupa ise Türkiye’den ‘özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı’ istiyordu.

Bizimkiler hiçbirini yerine getirmediler.

Bunu bilerek ve isteyerek yaptılar.

Aradan bir süre geçti, biraz daha güç kazandılar.

Bu kez sadece AB’ye değil, neredeyse bütün dünyaya kendi çaplarında posta koymaya başladılar.

Yakın çevremizdeki bütün ülkelerle papaz olduk.

Suriye, Irak, İran, Mısır, Yunanistan, Libya, İsrail...

Memleketin büyük kaynaklarını ‘Müslümanlık’ kisvesi altında belli ülkelere ve örgütlere hortumladılar.

Din silahına sarıldılar.

★★★

Bir yanda AB kapılarında yalvarıp yakarıyor, öbür yanda ise AB’nin bütün olmazsa olmaz kurallarını çiğneyip çöpe atıyorlardı.

İktidarlarının ilk yıllarından başlayarak millete güvence vermişlerdi:

“Ağırlığımızı koyduk. AB bizi alacak. AB ülkelerine vatandaşımız artık vizesiz girecek. Sadece pasaportu yanında olsun yeter. Bavulunu yanına alan herkes Avrupa’da iş sahibi olacak.”

★★★

Ancak palavralar karın doyurmuyordu. Paramızı pul yaptılar...

Doların esiri olduk, döviz sarmalından hiçbir zaman kurtulamadık.

Ekonomi tıkandı, yargı bağımsızlığını yitirdi, insan hakları kavramı yok edildi...

Ve günümüzde AB adaylığından bile ihraç edilme aşamasına geldik.

Bir ev alana Türk vatandaşlığı vermeye başladılar.

Ne idüğü belirsiz milyonlarca sığınmacıyı kabul edip milletin başına en büyük belayı açtılar.

★★★

Bu çöküşün en büyük örneğini şimdi Bulgaristan sınırımızda yaşamaktayız.

İki yıl öncesine kadar bir Bulgar Levasının değeri bir liradan düşüktü.

Şimdi dokuz lirayı geçti.

Bunun anlamı, Bulgar vatandaşlarının başına devlet kuşu konmuştu.

Büyük kafileler halinde şimdi Edirne, Tekirdağ, Kırklareli çarşılarına gelip alışveriş yapıyorlar.

Yiyecek içecek, tence tava, iğne iplik, buzdolabı çamaşır makinesi, ne bulurlarsa alıp götürüyorlar çünkü neredeyse bedavaya geliyor.

Bizim vatandaşımızın alamadığı ne varsa onlar alıyor zira bizim paramız yerlerde sürünürken Leva’nın değeri hızla arttı.

Sadece Bulgar ve Arap’lar için değil, hayatı bütün yabancılar için ucuzlatmayı başardılar!

İnşallah sıra günün birinde bize de gelecek.

O günleri hasretle bekliyoruz!

★★★

Sevgili okurlarım şu geçen yıllar içerisinde tanık olduğumuz rezillikleri ve çöküşü düşünürken, aklıma o 2004 yılında Ankara’daki karşılama törenleri geliyor.

Recep Bey kürsüden bağırıyordu:

“Hamdolsun müzakere tarihini aldık. Türkiye bundan sonra çok farklı olacak. Hepimiz bu davanın savunucusu olduk. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini alacaktır. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha farklı bir şekilde güç bulacak, ekonomi çok daha farklı bir performans ortaya koyacaktır. Bu yolu adeta dantel gibi öreceğiz. Yolumuz artık açıktır! İslam dünyasına da teşekkür ediyorum”

Yolumuz 2004’te artık açıkmış.

İyi ki kapalı olmamış, yoksa bu günlere bile gelemezdik!