Sevgili okurlarım, yurt dışında bayrağımız çekili tek Türk toprağı olan Süleyman Şah türbesi de (bu iktidar döneminde) elimizden çıktı gitti.

Orası artık yok.

Bizim değil.

Başka bir deyişle, kendi ellerimizde yok ettik, İslamcı bir terör örgütüne armağan ettik! Bu üzücü ve utanç verici olayı dünkü yazımda bir kez daha anlatmaya çalışmıştım.

★★★

Geçenlerde yeni çıkan bir kitabı okurken karşıma o yıllarda Halep Başkonsolosluğumuzda muavin konsolos olarak görev yapmakta olan Ender Arat’ın derlediği bir anılar demeti geçti ve ilgiyle okudum:

“Kayıt Dışı Anılar. 20 Diplomat Anlatıyor.” (Tarihçi Kitabevi.)

1970’li yıllarda genç bir diplomat olan, sonraki yıllarda büyükelçiliğe kadar yükselen Ender Arat’ın ilk yurt dışı görevi Halep olmuş.

Kitapta kendisiyle ilgili bölümde Süleyman Şah Türbesi olayını da anlatıyor.

Yani Süleyman Şah türbesi olayının perde arkası ilk kez bir diplomatımız tarafından anlatılıyor. Ders alınması gereken bir ibret belgesidir.

O bölümü kitaptan aynen veriyorum:

★★★

“(Halep’te görev yaparken) Türkiye’nin yurt dışındaki yegâne toprağı olan Suriye’deki Süleyman Şah Türbesini çok merak ediyordum.

Alparslan’ın Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra yeni vatan edinmek maksadıyla batıya yönelen Oğuz boyları arasında Süleyman Şah önderliğindeki Kayı Boyu, Halep yakınlarındaki Caber Kalesine gelir ve yerleşir.

Buradan tekrar yeni yurt aramak üzere (Anadolu’ya doğru) yola çıkarlar. Ancak 1227 yılında nehrin karşı kıyısına geçmeye çalışırken Süleyman Şah Fırat sularında boğulur ve Caber Kalesi eteklerinde bir kümbete defnedilir.

Osmanlı döneminde buraya bir türbe yapılarak “Türk Mezarı” adı verilir.

Osmanlı İmparatorluğu yıkılır ve Suriye, Fransız mandası altına girer.

İstiklâl Savaşı sırasında, 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Anlaşmasının 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının 3. maddesi uyarınca Caber Kalesi ve Türbe, Türkiye Cumhuriyeti toprağı kabul edilir.

Türkiye, burada muhafız bulundurma ve bayrağını çekme hakkı kazanır.

Suriye, 1968 yılında Fırat üzerinde inşasını başlattığı Tabka Barajı’nın 1973 yılında tamamlanacağını ve barajın su toplamaya başlamasıyla Caber Kalesi ve Süleyman Şah Türbesi’nin tamamen sular altında kalacağını ileri sürerek türbenin Türkiye’ye nakledilmesini ısrarla talep eder.

Türkiye buna karşılık Keban Barajının kapaklarını kapatarak Fırat Nehri üzerinden Suriye’ye su akışını engeller.

Karşılıklı restleşmelerin ardından, uzun süren müzakereler sonucunda varılan anlaşma uyarınca Süleyman Şah ve nehirden su alırken boğulan iki askerimizin kemikleri Halep’e 123 km. uzaklıktaki Karakozak köyü yakınında, yine Fırat Nehri üzerindeki bir adacığa nakledilir.

Türk mimari özelliklerine uygun olarak türbe, karakol ve lojman, tarafımızca yeniden yapılır.

★★★

Her ay Türkiye’den Cemse ile gelen bir astsubay, bir onbaşı ve sekiz askerimiz türbede nöbet tutuyor, dışarıya çıkmalarına izin verilmiyor, erzaklarını ve dört koyunu beraberlerinde getirerek aylık gıda ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan üç adet işlenmiş sanduka örtüsünün gönderilmekte olduğu, bunlara uygun sandukaların Halep’te yaptırılarak inşası tamamlanmış türbeye yerleştirilmesi Bakanlıktan telgrafla bildirilince, doğrusu sevindim.

Nihayet türbeyi görebilecektim. Sandukaları nerede yaptırabileceğimizi araştırdık. Bu işi (Halep’te) Ermeni marangozların yaptığını öğrendik.

Arkadaşım (Ermeni) Ohannes’e danıştım, “Ben seni ustalara götürürüm” dedi.

Buluştuk, şehir merkezinde yüksek bir binanın bodrum katındaki imalathaneye gittik.

Loş ışıkla aydınlatılmış mahzende sekiz-on marangoz harıl harıl çalışıyor, raflarda sıra sıra tabutlar sergileniyordu.

Bir ara “Burada birisi başıma vurup tabutlardan birine yatırsa kimsenin ruhu duymaz” diye düşünerek ürperdim, “İyi ki yanımda Ohannes var!” dedim.

Ahşap cinsini seçtik, ölçüleri verdik, sandukaların üstüne haç koymamalarını tembihledik. 10 gün sonra sandukalar teslim edildi.

Bir kamyona yükledik, Suriyeli şoförün yanına da ben oturdum, yola çıktık.

★★★

Türbede nöbet tutan askerlerimizle doğrudan temas imkanımız yoktu. Karakozak köyünün muhtarına telefon ederek haberleşebiliyorduk.

Suriye’de alışılageldiği üzere, Baas Partisi’nin adamı olan muhtar bizi karşıladı. Sandukaları pancar motorlu ilkel bir sala yükledi ve bizi türbenin bulunduğu adacığa geçirdi.

Askerlerimiz için değişik bir gün olmuştu. Sandukaları yerleştirdiler, kılıflarını örttüler. Beni yemeğe alıkoydular. Haftada bir koyun kesiyorlarmış. Bazen değişiklik olsun diye koyunlardan birini muhtara verip karşılığında 10 tavuk alıyorlarmış.

O gün menülerinde tavuk haşlama, bulgur pilavı ve üzüm hoşafı vardı.

Zamanın geçmek bilmediğini, hiçbir ağacın bulunmadığı adacıkta yazın güneşin altında piştiklerini anlatıp yakındılar. Halep’e dönünce durumlarını Başkonsolosumuza anlattım, iznini alıp Halep Parklar Müdürü ile görüştüm.

Müdürün verdiği 150 fidanı türbeye götürdük. Askerlerimiz o fidanları diktiler, sonra hepsinin tuttuğunu bildirdiler. Merak ediyordum ama türbeyi bir daha görmek nasip olmadı.

★★★

Yıllar sonra, 22 Şubat 2015 günü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin artan güvenlik sorunları ve İŞİD tehditleri üzerine Süleyman Şah ve iki askerin naaşlarını “Şah Fırat Operasyonu” ile sınır bölgemize naklettiğini, türbe binası ve müştemilatının da patlayıcılarla imha edildiğini basın haberlerinden öğrendik.

Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarımızın geçici olarak nakledildiği açıklanan türbe önünde çekilmiş fotoğraflarını gazetelerde görünce yüreğim acıdı...

★★★

O günlerde Halep’te konsolos olan emekli büyükelçi Ender Arat işin perde arkasını ve bilinmeyen yönlerini ne güzel anlatmış...

Ama yıllar sonra olanlar gerçekten yüz kızartıcı. Süleyman Şah türbesini kendi ellerimizle yok etmişiz...

Bununla da yetinmemiş, sınırlarımız dışında bayrağımızın çekili olduğu tek Türk toprağını da 2015 yılında yine kendi ellerimizle, karşılığında hiçbir hak elde edemeden başkalarına bırakmışız.

Sandukalar şimdi nerede? Nereye kaçırdık, nerede koruyoruz?

Sandukalar boş mu dolu mu?

Sorumlu olanlar utansın.