“Mimar Koca Sinan kendi eseri olacak caminin inşaatı başında çalışırken bir ustabaşı yanına yaklaşır ve üzgün bir tavırla el bağlar.

Koca Sinan ‘Hayrola, n’ola ustabaşı’ diye sorar.

Ustabaşı da ‘Ağam pir-i fani (yaşlı ve güçsüz) bir duvarcı ustamız hasta döşeğinde kendini bilmez yatıyor. Aylardır ne iyileşiyor ve ne de can veriyor. Müşkülümüz var’ deyince Koca Sinan ‘Hayrolsun, varalım gidelim görelim’ der.

Hasta döşeğine yanaştığında pir-i fani ustanın bir şeyler mırıldandığını görür ve yanına iyice sokulduğunda devamlı olarak ‘Kalfa taş ver, harç ver, mala ver, taş ver, mala ver’ diye söylendiğini duyar.

Anlar ki 90 yaşındaki usta can çekişirken bile rüyasında duvar örmektedir.

Mimar başının gözlerinden yaşlar süzülür ve eğilerek pir-i faninin kulağına fısıldar:

‘Ustam paydos.’

Pir-i fani duvarcı ustası o anda ruhunu teslim eder.”

★★★

Yukarılardan bir talimat geldi, birisi Ali Ekber Ertürk’e herhalde “Gazeteci sana da paydos” dedi ki ruhunu teslim etti, aramızdan ayrılıp gitti.

Bir Alevi çocuğu...

Mustafa Kemal’in askeri...

Doğuştan gazeteci...

Her zaman dik duran gerçek bir basın emekçisi...

Diyanet’in, din tüccarlarının, tarikatçıların ve din sömürücülerinin nefret ettiği...

Onların yalan, yolsuzluk ve israflarını belgeleriyle yakalayıp yazardı...

‘Bunlar er ya da geç gidecek ama biz acaba görür müyüz’ diye sual ederdi...

Adam gibi adamdı...

Ve hepimizin sevgilisi idi.

★★★

Hastalığı boyunca çok zorluklar yaşadı. Ama bir bakardık, Ali Ekber hiç umursamıyor, acılar çekiyor, halsiz düşüyor, fakat normal yaşantısını sürdürmeye çalışıyor.

“İyisin” dedikçe elinde çay bardağı ile hep aynı şeyi söylerdi,

“Beni ayakta tutan bu moral. Ben bu hastalığı moralimle yeneceğim.”

Elinde çay bardağı diyorum zira günde 25-30 bardak çay içerdi...

★★★

Hastalığı giderek artıyor ve yayılıyordu.

Çöküşe girdiğini görüyorduk.

Son zamanlarında kötü haberler gelmeye başlamıştı.

Kendisine soramıyorduk ama hastalığın giderek bütün organlarına yayıldığını duyuyorduk.

Rengi sararıp soluyor, gücünü ve enerjisini yitiriyordu.

Yaklaşık bir ay kadar önce idi.

Bizim büronun girişinde muhabbet ederken bir şey dikkatimizi çekmişti.

Ayakta konuşurken başını duvara yaslamak, birkaç adım atarken elleriyle duvara dayanmak zorunda kalıyordu.

Başını dik tutacak güce bile sahip değildi.

Söyledikleri çok az bile olsa konuşma yeteneğini de giderek yitiriyordu.

★★★

Ankara büromuzun idari işlerinden sorumlu ve aynı zamanda asistanımız olan arkadaşımız Dilek Karaarslan günün birinde Ali Ekber’le arasında geçen bir yazışmayı kağıda çekmiş, bana getirdi.

Aynen veriyorum;

Dilek soruyor:

“Aliii ne yapıyorsun arkadaşım? Bu hafta hiç görüşemedik. Her şey yolunda mı?”

Yanıt çok kısa:

“Halsizlik. Bitkinim. Belki yarın (büroya) uğrarım.”

Aradan iki gün geçiyor, Ali Ekber bir mesaj daha atıyor:

“Diloş bana bir şey olursa ve gazete tören düzenlerse, Emin Çölaşan abi başımda konuşsun. Tabii isteyen konuşabilir ama Emin abi bizzat.”

★★★

Ali Ekber’in bu sözlerini bana bir vasiyeti olarak kabul ettim...

Ve aramızdan ayrıldığı takdirde tabutu başında aynen okumaya karar verdim...

Dün öğle saatlerinde bizim büronun önünde düzenlenen mütevazı törende, tabutu başında yaptığım kısa konuşmada bu sözlerini, bir anlamda vasiyetini de aynen okudum.

★★★

Evet... Gücünü ve enerjisini giderek yitiriyordu...

Zayıflıyor ve çöküyordu.

Rengi artık sapsarı olmuştu.

Yemek yiyemiyordu.

Ayakta durması iyice zorlaşmıştı.

Yine de o haliyle büroya gelip araştırıyor, haberler yazıyordu.

★★★

Günün birinde gazeteye gelmişti. Odasına girdiğimde başını masaya koymuş, belki de uyuyordu. Beni görünce ayağa kalkmaya çalıştı ama zorlanıyordu...

- “Ali Ekber gel benim odaya, seninle bir resim çektirelim ama bir şartım var, ikimiz de gülümseyelim.”

Bunun birlikte çektirdiğimiz son fotoğraf olacağını biliyordum.



Son haber doktorlarından geldi...

En fazla bir hafta ömrü kaldığını söylüyorlardı...

Elimizden gelen bir şey yoktu. Sadece “Allah daha fazla çektirmesin” diyebiliyorduk.

★★★

Evet... Yukarıdan birileri Mimar Sinan’ın ustasının kulağına fısıldadığı “Ustam paydos” sözleri gibi, Ali Ekber’e de fısıldamış olmalı!..

“Gazeteci sana da paydos...”

★★★

Onu dün hem gazetemizin önünde, hem de Tuzluçayır Cemevi’nde andık.

Geride acılı ailesi, eşiyle birlikte iki küçük çocuğu kaldı.

Basın emekçisi, gerçek gazeteci Ali Ekber Ertürk toprağa verilmek üzere dün Sivas, Divriği Avşarcık köyüne yolcu edildi.

Allah rahmet eylesin, ışıklar içinde, huzurla uyusun.