Sevgili okurlarım Türkiye’de adına Diyanet İşleri Başkanlığı denilen bir kuruluş var...

Bu kuruluşta 150 bin’den fazla kişi görev yapıyor.

İmamlar, hatipler, müezzinler ve diğerleri var.

Ama karşımızda bir gerçek daha var.

Diyanet Atatürk’e bütün gücüyle karşı.

Başka bir deyişle Cumhuriyet rejimine ve ilkelerine asla ve kesinlikle saygı duymuyor...

Örneğin onların gözünde devrimler yok ve hiç olmadı!

Ancak gücü bunların iptal edilmesine (ne yazık ki!) yetmiyor.

Yetse başka işler de yapacak, Cumhuriyet rejimini başka yollarla kötüleyip karşı çıkacak da, gücü bir yere kadar...

★★★

Diyanet’i Atatürk kurdu...

Amacı dinimizin topluma doğru dürüst öğretilmesi, hurafelerin yok edilmesi idi.

Ancak gelin görün ki özellikle son yıllarda Diyanet bu amacından hızla uzaklaştı, aynen günümüzde olduğu gibi bire bir particilik siyasetinin göbeğine balıklama daldı.

Bu kuruluşun başında geçmiş yıllarda son derece düzgün başkanlar vardı.

Ancak alt kadroların hepsi değil ama önemli bir bölümü Cumhuriyet ilkelerini reddeden ve karşı çıkan kimselerle doldurulmuştu.

★★★

Şimdiki başkan Ali Erbaş’ı soracak olursanız o da aynı yolun yolcusu!..

AKP iktidarının vazgeçilmez elemanı.

Partici.

Atatürk hakkında neler düşündüğünü (!) burada söylemeye gerek yok. Bilen zaten biliyor.

Diyanet bütçesi korkunç rakamlara ulaşıyor.

Devlet bütçesinden her yıl aldığı paralar yedi bakanlığın bütçesinden daha fazla.

Halk ağzındaki deyişle gak deyince ekmek guk deyince su...

Ayasofya camisinin minberine eski halifeler gibi kılıç kuşanıp çıkan ve orada vaaz veren bir Diyanet Başkanı.

Büyük bir Osmanlı hayranı...

★★★

Diyanet ilginç bir kurumdur... Örneğin ulusal bayram günlerinde camilere Türk bayrağı asılmasını kabul etmez. Geçmişte bu konuyu ısrarla yazmıştım. Sonunda yazılı yanıt vermek zorunda kaldılar:

“Camiler milletin değil ümmetindir. Dolayısıyla ulusal bayramlarda camilere bayrak asılması mümkün değildir!”

Türkiye’de her Cuma namazı öncesinde 89 bin 445 camimizde Diyanet’in hazırladığı yazılı hutbeler okunur.

Ulusal bayram günleri dahil bu hutbelerde Mustafa Kemal Atatürk’ün adının anıldığı enderdir.

Onların açısından bakıldığında haklıdırlar!..

Zira ondan hoşlanmazlar!..

Orası adeta ayrı bir devlettir!

★★★

Sevgili okurlarım bunları neden yazdığıma gelince...

Geçtiğimiz Pazar günü bizim gazetede Saygı Öztürk’ün bir yazısı çıktı. Saygı, Diyanet Başkanı Ali Erbaş’a sormuştu:

“Hutbelerde Atatürk’ün ismine niçin yer vermiyorsunuz?..”

Erbaş bu soruya belge ile (!) ve derhal yanıt verdi.

Buna göre ortada Cumhurbaşkanı Atatürk’ün de imzası olan bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi vardı. Tarihi 5 Mart 1926...

Bugünü Türkçe karşılığı şöyle:

“Bundan sonra hutbelerde isim anılmadan milletin ve Cumhuriyet’in selamet ve saadetine dua edilmesi...”

Cumhuriyet’in faziletlerini unutan Ali Erbaş bu belgeye sığınıyor, 1926 yılındaki yasaklama nedeniyle hutbelerde Atatürk’ün ismine yer verilmediğini (!) savunuyordu.

Kendini aklamak için böyle bir gerekçe üretmişti.

★★★

Devreye dün tarihçi gazeteci arkadaşımız Murat Bardakçı girdi ve Erbaş’ı somut belge ile yalanladı.

“Bu kararnamenin tarihi 5 Mart 1926 değil, 5 Mart 1924’tür. Dolayısıyla hutbelerde isminin geçmesi istenmeyen şahıs Mustafa Kemal değil, hilafetin o tarihten iki gün önce kaldırılması üzerine aynı gün Türkiye’den yurt dışına postalanan Halife Abdülmecit’tir. Yani hükümet kararnamesi bundan böyle halifenin ismi hutbelerde geçmesin diye çıkarılmıştır...”

★★★

Bu olayın hepimize ders olması gerekir...

Bu durumda Ali Erbaş isimli Başkan için iki olasılık geçerlidir:

- Okuduğunu anlamamış, özellikle kararnamenin tarihi konusunda bilerek veya bilmeyerek Saygı Öztürk’e yanlış bilgi vermiştir.

- Ya da olayı kasıtlı olarak saptırmaya kalkışmış, halife Abdülmecit olayını Mustafa Kemal Paşa olarak gündeme taşımaya kalkışmıştır.

Bilemiyoruz, belki de ekibi tarafından yanıltılmıştır.

Hangi olasılık geçerli olursa olsun, Başkan Bey bu durumda Türk Milletinden  özür dilemek zorundadır.