Ben gazeteciliğe ekonomi muhabiri olarak başladım. İstanbul Sanayi Odası’nın haftalık meclis toplantıları çarşamba günleri yapılırdı. 13 Mayıs 1981 Çarşamba günüydü.

41 yıl önce...

Askeri yönetim vardı.

Ordu, işçi sendikalarını kapatmış, sendika başkanları hapse atılmış, ücret artışları frenlenmişti. Hedef emeği ucuzlatmaktı. Sanayicilerin temsilcisi, “şimdi gülme sırası bizde” diye açıktan açığa darbecilere selam gönderiyordu. İş adamlarına, fabrika sahiplerine görülmemiş teşvikler getirilmişti. Bol teşvikleri ve ucuz iş gücünü rekabet avantajı yapıp, “iç piyasaya değil dış pazara mal satmak” üzerine bir model kurulmuştu. Modelin kurucusu dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve 24 Ocak kararlarıyla Turgut Özal’dı. Askeri yönetim, Başbakan Demirel’i Zincirbozan’a hapsetmiş, ekonomiyi ise Dünya Bankası’ndan gelme Özal’a bırakmıştı. Özal, sıkı para ve yüksek faizle iç piyasada talebi kısıp fabrikatörleri, sanayicileri, holding sahiplerini, tüccarları, büyük inşaat şirketlerini dış pazara özendiriyor, yüreklendiriyor, arkalıyordu.

Emek ucuzladı.

Teşvikler de iyi.

Fakat sıkı para.

Ve yüksek faiz.

Sanayiciler öfkeliydi; pahalı para (yüksek faizli banka kredisi) ile üretim yapıp iç pazara satmanın sıkınıtılarını sayıp sıralıyorlardı. Özal 41 yıl önceki o çarşamba günü İstanbul Sanayi Odası Meclis toplantısına konuşmacı olarak davet edilmişti. Kürsüye geldi. Salonda çıt yoktu. Uzun bir konuşma yaptı. Fabrikaların artık dış pazarlara göre çalışması gerektiğini yine tekrarladı. Ve konuşmasının bir yerinde; “sermayenizi büyütecek ucuz para bulamıyorsanız villalarınızı satın... Size çok büyük teşvikler verdik...” dedi.

Salon buz kesti.

Gazeteler manşet yaptı.

Villalarınızı satın!

★★★

41 yıl sonra bugün bu kez ağzından çıkan her kelime Tayyip Erdoğan’dan izinli ve onaylı olarak konuşan Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun “Şirketlerin yurt dışında 500 milyar doları duruyor, getirin. Elimde liste var.” demesiyle İstanbul Sanayi Odası Meclis salonu yine buz kesti.

41 yıl önce:

Villalarınızı satın.

41 yıl sonra:

Dolarları getirin.

Özal’ın modeli sanayicileri, fabrikatörleri, tüccarları dış pazara açtı, Türkiye’nin ihracatı arttı ama sonuçta ihracattan daha hızı artan ithalat, kırılamayan dış borç bağımlılığı, döviz krizleri ile gelen yüksek enflasyonla  geçim darlığı içine düşen halk, Özal’ın kurduğu partiyi seçimlerde sandığa gömdü.

Aynı sonuca gidiyor.

İstanbul’da Sanayi Odası Meclis Salonu’nda ve ardından Ankara’da Odalar Birliği toplantı mekanında; sanayiciler, fabrikatörler, holding sahiplerinin yanı sıra bu kez bizzat Tayyip Erdoğan’ın döneminde özel olarak kayrılan, gözetilen, devlet bankalarından krediler pompalanan “Tayyip Dönemi Zenginleri” de (bu halkın bulduğu bir deyim) bağırmaya başladılar.

Banka bizi soyuyor.

Ne yapıyor?

Senden 14’e alıyor.

Bana 40’a satıyor.

Merkez Bankası Başkanı da; “Yüzde 14 faizle verdiğimiz parayı size yüzde 40’tan satmalarına göz yumuyoruz, yummak zorundayız” diyemedi, diyemiyor.

★★★

Bankaların net kârı:

33 milyardan...

169 milyara çıktı...

Yüzde 400 artış...

Sanayici, fabrika sahibi, Tayyip dönemi zengini bağırıyor fakat iktidar buna sesini çıkartamıyor. Niçin? Çünkü bankalar, sanayiciye, tüccara, Tayyip Zenginlerine pompalanan teşvik kredileri ile batırıldı, şimdi Merkez Bankası parası ile kurtarılıyor.

Hesaplar tutmadı.

İhracat artacaktı.

İthalat yerinde kalacaktı.

Tersi oldu.

İhracat 20 arttı.

İthalat 50’yi geçti.

Özal, döviz sorununu çözemedi, emeği ucuzlattı, teşvikler, avantajlar, devlet koruması dağıtarak damaya çıkmayı umut etti, çıkamadı. Partisi sandığa gömüldü. Erdoğan, Özal’dan ders çıkartıp döviz sorununu kalıcı olarak çözmesi gerekirdi, çözmek bir yana bataklığa çevirdi. Emeği ucuzlattı, teşvik musluklarını yalama yaptı, kendi zenginini yarattı; “Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yapılmış devlet fabrikalarını, malını, mülkünü kendi zenginine ucuza, üç otuz paraya satarak ve partili rantiye peydahlayarak dış borçla damaya çıkmayı yol belledi...” ve 20 yılını tüketti. Erbakan döneminden devraldığı destekçisi “Milli Taşra Burjuvazisi” bile Erdoğan’ı terk etti.

Elinde “sabır” kaldı.