NATO’da anlaşmazlıkların ‘aleniyete dökülmeden’ giderilmesinin esas olduğunun altını çizen Namık Tan, “İç siyasette meseleler nasıl ki muhalif partilerle kavga ederek, bir gerginlik içinde çözülmeye çalışılıyorsa bu sorunu da öyle çözmek doğru olmamıştır” yorumunu yaptı.

ESKİ ABD VE İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ NAMIK TAN, NATO-TÜRKİYE KRİZİNİ VE VARILAN MUTABAKATI SÖZCÜ’YE DEĞERLENDİRDİ:

HER GÜN AYNI TÜRKÜ ÇIĞIRILMAZ: Namık Tan, dış politikadaki tutarsızlığı değerlendirirken, “Bir meslek büyüğümüz ‘Dış politikada her gün başka türkü çığırılmaz’ derdi. yani bir Cuma namazı çıkışında yaptığınız açıklamayla daha önceki konuşmalarınızın tamamen aksini söylemek dış politikada olmaz” ifadesini kullandı. Namık Tan, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü olarak görev yaptıktan sonra İsrail, Tel Aviv Büyükelçiliği’ne atanmış, daha sonra Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, 2010-2014 yılları arasında da Washington Büyükelçisi olmuştur.


Bizi üzen, gelecek endişesi yaşatan birçok iç ve dış olayın içindeyiz. ‘Üzen’ derken örneğin Cüneyt Arkın’ın kaybının bizi bu kadar derinden etkileyeceğini daha önce düşünen kaç kişi vardı aramızda? Nur içinde yatsınlar birçok insanımızın değerini onları kaybettikten sonra anlıyoruz. Cüneyt Arkın’ı son yıllarında tiyatro sahnesine çıkaran Müjdat Gezen’e minnet duyuyorum, o insanların gerçek değerini bilen bir büyük sanatçı. Haberlere bakıyorum; aslında ülkeyi ayağa kaldırması gereken ama kimsenin gık çıkarmadığı çok şey yaşanıyor; İstanbul Balat’ta IŞİD benzeri tipler cübbeleriyle geziyor, nişanlı bir çifte “Parkta kızlı erkekli oturamazsınız” diye saldırıyor, darp ediyor ve serbest kalıyorlar. İstanbul Maltepe’de 528 bin metrekarelik askeri bir alan daha imara açıldı, 7 katlı sosyal konutlar yapılacakmış. Yeşil tamamen bitecek, beton yığınları arasında boğulacağız. “İstanbul’a ihanet ettik” diyenlerin ihaneti devam ediyor.

Bugün ben gelecekte başımıza yine büyük sorunlar açacak dış politika konusuna eğilmek istiyorum. Batı ile ilişkilerimiz neden devamlı büyük sorun içinde? Neden Arap ülkeleriyle yakınlaşmaya çalışırken Batı’yla kavga halindeyiz? Bu kavgalar, sonunda Suriye’ iç savaşına müdahale ettiğimizde yaşadığımız gibi bütün Batı’nın düşmanımıza yardım etmesiyle mi sonuçlanacak? Hatalar nasıl biter?

Bunları ABD ve İsrail eski Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapmış en deneyimli diplomatlardan Sayın Namık Tan’la konuştum.

EN BÜYÜK HATALARDAN BİRİ DIŞ SİYASETİ “İÇ SİYASETE GÖRE” YAPMAKTIR

■ Sayın Tan, AB ve NATO ile ciddi sorunlar yaşıyoruz. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girişini “PKK terör örgütüne yardım ettikleri” gerekçesiyle veto edeceğimizi açıklamıştı. Dış Politika uzmanları “NATO, ABD nasılsa razı eder” dediler ve kısa süre sonra etti gerçekten. Finlandiya ve İsveç’le bir mutabakat imzalandı. Türkiye doğru adımlar mı attı bu olayda?

Dış politikada haklı olmak veya karşı tarafın haksız olması hiçbir zaman yeterli değildir, sonuçta haklı olduğunuzu iyi savunmak ve karşınızdakinin de haksızlığını iyi anlatmak durumundasınız. Muhatabınızı iyi anlamanız gerekir, onun hangi yetenek, amaç ve öncelikle hangi beklentiler içinde hareket ettiğini de düşünmeniz gerekir. Ayrıca içi boş, hamasi söylemleri kullanarak kitleleri heyecanlandırmak başka bir şeydir, sonuç almak, çıkarları korumak çok daha başka bir şeydir. Duygusallığın dış politika tarzı ve yöntemi olarak maliyeti olur, bunu bilmek durumundasınız. En büyük hatalardan biri; dış siyaseti iç siyasete, tabanın duygularına ve desteğine, ideolojik saiklere göre yapmaktır. Diplomasi zaman içinde sizi bütün sorunların tarafı haline getirir, giderek de bu sorunların çözümü konusunda çok büyük sıkıntı çekmeye başlarsınız, dostlarınızı müttefiklerinizi kaybedersiniz.

MUHATAPLARINIZ DA EN AZ SİZİN KADAR AKILLIDIR

Dış politikada şunu sık sık unutuyoruz; sizin muhataplarınız en az sizin kadar akıllıdır, dolayısıyla bunu kabul ederek işe başlamanız gerekir ve kısa vadeli hesaplar üzerine değil,  uzun vadede çıkarlarınıza öncelik veren bir yaklaşımla politikanızı belirlemeniz gerekir. Bunu yapmadığınız takdirde istediğinizi elde edemezsiniz ve beklenmedik kayıplar yaşayabilirsiniz, mahcup olabilirsiniz. Şimdi, biz PKK unsurlarının Finlandiya ve özellikle İsveç’te yıllardır korunduklarını, kollandıklarını biliyoruz, bu bir sır değil. Bu iki ülkenin NATO’ya üyeliklerine onay vermek için “PKK’ya sağladıkları desteği sonlandırmayı” istememiz çok tutarlı değil.

NATO’DA ANLAŞMAZLIKLAR ALENİYETE DÖKÜLMEDEN GİDERİLİR

■ Ama bizim bunu bir fırsat olarak kullanmamız yanlış mı, NATO’ya girmek için PKK’ya desteği bırakamazlar mıydı?

Anlatacağım, bunun yanlış olduğunu kimse söyleyemez, biz haklıyız ancak diplomaside başka bir husus daha vardır, burada bir yöntem sorunu var. Dile getiriliş yöntemi ve uygulanış biçimi ne kadar isabetli olduğu ve pazarlıktan beklenen sonucu alıp alamayacağımız en önemli konudur. Pazarlık uluslararası ilişkilerin doğasında vardır, bununla beraber ortağı olduğunuz hem de en eski, kurucu üyelerden biri olduğunuz bir uluslararası kuruluş içinde bu tür pazarlıkları olumlu vurgularla yapmanız ve birtakım akıllı alışverişler yapmanız ve bunu da iç süreçler çerçevesinde yapmanız gerekir. Yani, aleniyete dökülmesi sizin manevra alanınızı çok daraltır. Hem sizin manevra alanınız kalmaz, hem de muhataplarınızın kalmaz.

Yani, söylemek istediğim şu; NATO’ da anlaşmazlıkların aleniyete dökülmeden giderilmesi esastır, bu konuyu da hem o iki ülkeyle, hem diğer NATO ülkeleriyle oturup görüşerek, beklentilerimizi söyleyerek, ne gibi zorluklarla karşı karşıya olduğumuzu, meşru taleplerimizi onlara doğrudan ama teşkilatın içinde anlatmalıydık. Bağırarak çağırarak, megafon diplomasisiyle değil. Bu son derece yanlış olmuştur. ABD başta olmak üzere PKK/PYD’ye -özellikle Suriye bağlamında- destek veren başka NATO üyeleri olduğunu hepimiz biliyoruz, bunlardan birçoğunu sayabiliriz.

Tepkilerimizi usulü içinde gösterseydik Rusya’nın uluslararası hukuku ayaklar altına alarak Ukrayna’yı işgal etmesi tam bunun ortaya çıkardığı kriz bütün şiddetiyle devam etmekte olduğu bir sırada ve NATO’nun 70 yıllık tarihinde ilk defa bu kadar dayanışma içine girmiş olduğu ve bu dayanışmanın hayati önem taşıdığı bir dönemde bizim yerleşik kuralları bir kenara koyarak bunu aleniyete dökerek yapmamız sanki iç siyasette meseleler nasıl muhalif partilerle kavga ederek, bir gerginlik içinde çözülmeye çalışıyorsa bu sorunu da öyle çözmek doğru olmamıştır.

SÖZLERDEN CAYDIĞIMIZDA GÜVENİLİRLİK KAYBOLUYOR!

Çünkü Türkiye, soğuk savaş bittikten sonra NATO’nun bütün genişlemelerini desteklemiştir, üyelik başvurusunda bulunacakları aleniyet kazandığında da Finlandiya ve İsveç’le yapılan ön temaslarda her iki ülkeye de destek verileceği en üst düzeyde dile getirilmiştir. Hatırlayacaksınız, Finlandiya Cumhurbaşkanı “Erdoğan bize önce ‘sevindik’ dedi, şimdi neden bunu yaptığını anlamadık”  dedi, bu durumda o güne kadar ettiğimiz sözlerden aniden caydığımızda hem güvenilirliğimiz hem de tutarlılığımız konusunda çok ciddi soru işaretlerine yol açmış oluyoruz.

Rusya’nın PKK’ya desteği neden görmezden geliniyor?


■ Tartışmalarda en çok gündeme gelen soru; sonuçta ne kazandık, neden karşı çıktık, neden hemen vazgeçerek kabul ettik? Türkiye nasıl razı edildi, çünkü iki ülke de hala “PYD terör örgütü değil” diyor.

Hepsini anlatacağım, bütün NATO bildirilerinde, toplantılarında “hasım ülke” olarak belirlenmiş Rusya var ve Rusya’nın başkentinde PKK/YPG’NİN resmi temsilciliği var, bunun faaliyetine izin veriliyor, siz bunu görmezden geliyorsunuz –ABD’nin, NATO’da başka ülkelerin destek verdiğini de söyledim- ve dost iki ülkenin üyeliğini aleni olarak pazarlık konusu yapıyorsunuz, bunda hangi isabet var. Rusya’ya neden hiçbir şey söyleyemiyoruz, bu sorunun cevabı var mı? Rusya’nın NATO’ya hasım ülke olmasına ve PKK/PYD’ye aleni desteğine rağmen bunu görmezden geliyorsunuz, iki dost ülkenin –tabii ki sorgulamanız gereken- desteğini ise aleniyetle ve şart koşarak öne sürüyorsunuz, bu size çok ciddi bir güvenilirlik sorunu getirir. Tutumunuzda neredeyse bir hafta içinde değişiklik yapmanız öngörülebilirliğinizi zedeler, bugün söylediğinizi yarın değiştirmeniz de uluslararası bir tutarlılık sorunu yaşamanıza sebep olur.

İmzalanan bir NATO belgesi değil, geri adım mümkün!


■ Bu iki ülkenin “PKK/YPG’ye destek vermeme” sözlerini tutmayacakları şimdiden görülmüyor mu?

Böyle kesin yargılarla bakmamak lazım, sizin de verdiğiniz bir takım sözler var, acaba siz onları tutacak mısınız? Bu karşılıklı bir iyi niyet beyanıdır, iki tarafın karşılıklı iyi niyetle imzaladığı bir belgedir, hiçbir maddesinin hukuki bir bağlayıcılığı yoktur ama moral bakımdan bu belgenin taraflar nezdinde büyük bir ağırlığı vardır. Şimdi burada her iki taraf da taahhüde imza attı. Bir taraf taahhüdü yerine getirdiğinde karşı taraf ayniyle mukabele etmezse o imzanın bir anlamı kalmaz.

■ Yani atılan imzadan geri adım atmak mümkün mü?

Bu NATO belgesi değil, karıştırmamak lazım, 3’lü bir iyi niyet belgesi, bir memorandum. Taraflar birbirlerine bazı alanlardaki endişeleri gidermek için güvence veriyor. Sözlerinde durmazsa vazgeçilebilir, aynı şey onlar için de geçerli. Burada sadece onlar söz vermedi, bizde “bu şartlar altında iki ülkenin üyeliklerini sağlayıncaya kadar süreci götüreceğiz” dedik, bu karşılıklı yükümlülüklerin sadece moral bir bağlayıcılığı vardır.

Kurumsal akıl yok, her şey iç politikaya endeksli yürütülüyor


■ Devlet Bahçeli “Kimse bunu karalamaya kalkmasın, sonuç olarak NATO güçlenmiştir” dedi ama acaba burada öncelikli olan NATO’nun güçlenmesi mi, bizim çıkarımız mı? Avrupa medyası ve iktidar medyası “Türkiye istediğini aldı” diyor, aldı mı?

Bir profesyonel olarak şunu vurgulamam gerekiyor, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğiyle ilgili açıklamaları mutlaka duygusallıktan uzak, tutarlılığı ve gerçekçiliği esas alan bir değerlendirme sonucu yapılmalıdır. Öyle sadece ideolojik, iç siyasete dönük beklentiler çerçevesinde yapıldığında istenen amaçları elde edemezsiniz, İş daha da karmaşık hale gelir, çok soğukkanlı olmak ve dikkatli açıklamalar yapmak, dış politikayı iç siyasetin bir malzemesi haline getirmemek lazım, bunu yaparsanız sorunlar her gün devam eder.

Türkiye’de kurumsal akıl yok, tek başına, hiçbir şey düşünmeden kendi kitlesini konsolide etmek için açıklama yapılıyor. Dış politika kalmadı, her şey iç politikaya endeksli yürütülüyor, milliyetçilik yükselişte olduğu için milliyetçi popülizm yapılıyor. Böyle olunca atılan adımlar da ülke çıkarından çok kendi kazanımları için atılan adımlar oluyor. Şu anda çözülmekte olduğunu gördüğü bir taban var, onu toparlamak, çok ciddi ekonomik sıkıntıları örtülemek amaçlarıyla iktidarın bu yöntemi benimsediğini düşünüyorum, bu şekilde hareket etmek ilerde çok büyük maliyetler getirir. Türkiye’nin, Avrupa Birliği ve NATO üyeliklerinin dış politikada tayin edici özellikte olduğunu, Batı’nın siyasi ve sosyal yapılanması içinde yer almasının kendisine güç verdiğini unutmadan politika yürütmesi, müttefikleriyle uyum içinde olmaya özen göstermesi lazım. NATO konusu, 85 milyonun istikbalini ilgilendiren bir konu bunu unutmayalım.

Türkiye’ni Batılılaşma süreci 18’inci yüzyılda Osmanlı döneminde başlamış, Atatürk devrimlerini de bu nedenle yapmıştır. NATO’dan kopmamak Batı aidiyetimizin bir kere daha tescilidir, bu çok önemlidir, Batılı ülkeler ne istiyorsa yapmak, ona boyun eğmek değildir, eğer Türkiye’nin çıkarlarına aykırı politika benimsiyorlarsa onlara tepki göstermemek, göz yummak hiç değildir, bunu anlamak lazım.

HATALI POLİTİKALARLA HUKUK, LAİKLİK ZAFİYET İÇİNE GİRİYOR

Evrensel değerlere, temel hak ve özgürlüklere, laikliğe, demokrasiye saygı gösteren, benimseyip özümseyen insan olmak ve ülkemizin böyle insanlardan oluşan bir topluluk, bir millet olması demektir Batılılık. Siz Batı kurumlarının kurucusu bir ülke olarak, daha önceden kabul ettiğiniz prensipleri hiç dikkate almadan siyaset belirler ve yürütürseniz yavaş yavaş Batı’dan uzaklaşırsınız ve bunun maliyeti hiç iyi olmaz. Bu tür hatalı politikalarla devletin kurumsal yapısı bozuluyor, hukuk ve adalet sistemi, laiklik, demokrasi zafiyet içinde görünüyor, temel hak ve özgürlükler geriliyor, bu da Batı aidiyetimizin sorgulanmasına yol açıyor. İçinde yer aldığınız kulübün ilkelerinden uzaklaştıkça çağdaş dünyadan da soyutlanıyorsunuz ve itibarınızı yitiriyorsunuz.

■ Yine de Finlandiya ve İsveç’le imzalanan belgede bir kazanım var demiştiniz?

Evet, kazanım var çünkü eğer bu olmasaydı Batı aidiyetimizde, Batı bağımızda büyük bir kırılma yaşanacaktı. Belki usul, yöntem yanlış ama en azından sonuçta elde ettiğimiz en büyük kazanım Batı aidiyetimizin bir kez daha tescil edilmesi. Geri kalanı elbette bundan sonra bekleyip göreceğiz, dış politikada sabırlı olmak gerekir. Bir meslek büyüğümüz “Dış politikada her gün başka türkü çığırılmaz” derdi, yani bir Cuma namazı çıkışında yaptığınız açıklamayla daha önceki konuşmalarınızın tamamen aksini söylemek dış politikada olmaz.


ABD’de Biden’ın kararıyla F-16 satışı olmaz


 ■ Batı’dan kopmamak dışında bir kazancımız oldu mu? Burada bir de Biden’ın hemen ertesi gün “Türkiye’ye F-16 satalım” demesi var, acaba F-16’ları Türkiye razı olsun diye mi öne sürüyor, ABD politikalarını yakından bilen biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Amerika’yı, oradaki devlet yapısını, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne kadar güçlü olduğunu birazcık bilen bir insan bir kere bu F-16’ları veya hiçbir askeri sistemi sadece yönetimin kararıyla, Kongre onayı olmadan bizim alamayacağımızı da bilir. Ama bu durum şunu gösteriyor, şu anda Biden yönetimi bunların bize verilmesini istiyor ancak bu konuda Kongre’den onay alması gerekir, bunun alınması için elbette NATO’daki sıkıntının aşılması yeterli değildir, çok daha başka faktörler var. Ben, orada geçirdiğim deneyime dayanarak Biden yönetiminin iyi niyetliliğini olumlu buluyorum fakat bizim de hiç zaman geçirmeden, özellikle bize duyulan güvensizliği aşacak bir takım adımlar atmamız, demokrasimizi geliştirmek konusunda daha kararlı olmamız, bir de ABD Kongresiyle devamlı yapılan bire bir temaslarla iletişim halinde olmamız gerekir, bunun pek fazla gerçekleştirildiğini zannetmiyorum.

S-400 BİZE NE KAZANDIRDI, KİMİ CAYDIRDIK?

■ F-16’da iyi niyetleri varsa F-35’leri neden vermiyorlar, onda da karar değişikliği yapamazlar mıydı?

Amerika, bunları duygusallıkla yapmaz. İki silah sistemi arasında dağlar kadar fark var; F-35’ler beşinci nesil uçaklar, bunlar son derece etkili silahlar, biz bunun ortak üreticisiydik, çok ciddi kayıplara uğradığımız düşüncesindeyim. Ben bir tek şeye bakarım; S-400 alımı çıkarlarımıza ne kadar hizmet ediyor, hangi çıkarımıza hizmet etti şimdiye kadar? Bize ne kazandırdı, kimi caydırdık, ne oldu?

Dünyanın kuyrukta olduğu F-35 programından kendimizi attırdık


■ ABD F-35’leri şimdi almamızı “etkili oldukları için” istemiyorsa, baştan neden istedi?

Bunu kendinize soracaksınız, çünkü size güvendi, siz dediniz ki “Eski Sovyet Bloku’nun ürettiği silahları almayacağım” diye NATO çerçevesinde belgelerin altına imza attınız, sonra da gidip S-400 aldınız, sözlerinizi yerine getirmediniz. O da buna rağmen dedi ki “Benim Caatsa yaptırımlarım var, bunlar benim kanunum, siz S-400 alırsanız ben size F-35 veremem, yaptırım uygulamak zorunda kalırım” dedi.

MÜTTEFİKSENİZ, MÜTTEFİK GİBİ HAREKET ETMEK ZORUNDASINIZ!

■ Buna rağmen sizce Türk Hükümeti, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan neden S-400 aldı, çok mu önemliydi?

Onu iktidara sormak lazım ama bunun hiç de isabetli bir karar olduğunu düşünmüyorum. Türkiye bence orada kaybetti, Rusya’dan S-400 alıp dünyanın kuyrukta olduğu F-35 programından kendimizi attırdık, parça üretimi ve tedarikinden çıkartıldık, böylece 11,5 milyar dolar kayba uğradık, 1,4 milyar dolar ödediğimiz F-35’leri de alamadık, F-35’lerin bölge bakım üssü (dünyanın en büyüklerinden biri olacaktı) Eskişehir’de kurulacak ve her uçak bakımından para alacaktık. S400’lere 2,5 milyar dolar verdik, hiçbir hayrını da göremedik. Şimdi “Beşinci nesil uçak üreteceğiz” diyoruz, uzmanlar en iyimser tahminle bunun 10 yıl alacağını söylüyorlar. Bütün NATO’da en etkili hava savunma sistemi F-35’ler olacak ve biz bunlardan mahrumuz. Şu anda yeni F-16’lar almak için ABD Kongresi’nin insafını bekliyoruz ama “diplomatik zafer” deniyor. Müttefikseniz müttefik gibi hareket etmek zorundasınız, etmediğinizde böyle faturaları oluyor...

Herkes terörü kendisine göre tarif ediyor


■ ABD ve PKK’ya destek veren AB ülkeleri de müttefik gibi hareket etmediler, Suriye’de PKK/PYD’ye destek verdiler, sınırımızda bir terör koridorunun kurulmasına sebep oldular. Onlar müttefik gibi hareket etmediğine göre ABD bize S-400 aldığımız için nasıl kızabiliyor?

Bir yanlış başka bir yanlışı doğru yapmaz, ben öyle düşünüyorum, bu anlayışla hareket ederseniz sonunu getiremezsiniz, ahlakla filan tartılacak bir şey değil bu. Dünyada kendisinin ahlaklı olduğunu söyleyebilecek herhangi bir ülke bulamazsınız. Uluslararası hukukta her şey yaşam hakkıyla, özgürlüklerle ölçülür, herkesin yanlışı vardır. Ben “Müttefikseniz müttefik gibi hareket edeceksiniz” derken bu sözüm hem Türkiye için, hem onlar için geçerli.

■ Biz bir silah almak istiyoruz, onlar ise orada bir devlet kurdurmaya çalışıyor, bizim askerlerimiz hayatını kaybetti ve kaybetmekte. NATO ülkeleri olarak neden yapıyorlar?

Haksız değilsiniz ama onlar da bize “Suriye’de ne işiniz var” diye sorabilirler, biz neden Suriye’ye karıştık? 40 yıldır bu ülkede terör sorunu bitirilemedi, hala “terör etkisiz hale getirildi, üç tane kaldı, beş tane kaldı” deyip duruyoruz, bunlar gerçekçi çözümler değil. ABD’nin Suriye’de PYD’yi desteklemesi, TIR’lar dolusu silah göndermesi, diğerlerinin desteklemesi elbette kabul edilemez ama her şeyden önce terörün doğru dürüst bir uluslar arası tanımı yok, bunu da düşünmek lazım, bizim terörist dediğimize onlar demiyor. Herkes terörü kendine göre tarif ettiği için bu şekilde davranarak sonuç almanın imkanı yok.