“Bizce uluslararası politik güvenliğin gelişmesi için ilk ve en önemli şart, milletlerin hiç değilse barışı koruma fikrinde içtenlikle birleşmeleridir...” (Atatürk, 1 Kasım 1932)


Bir bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün onurlu, gerçekçi, dengeli, çok yönlü, milli ve barışçı dış politikasıyla dünyanın en saygın ülkelerinden biri haline gelmişti. Öyle ki, Atatürk Türkiye’si, Milletler Cemiyeti’ne girmek için kimseye yalvarmamış, hiçbir ödün vermemiş; 1932’de yapılan daveti kabul ederek Milletler Cemiyetine üye olmuştu.

MİLLETLER CEMİYETİ’NİN KURULUŞU

I. Dünya Savaşı sonrasında toplanan Paris Barış Konferansı’nın 25 Ocak 1919 tarihli toplantısında alınan karar doğrultusunda uluslararası barış ve güvenliği sağlayıp sürdürmek amacıyla 28 Nisan 1920’de Cemiyeti Akvam (Milletler Cemiyeti) kuruldu. 32 ülke cemiyetin asil üyesiydi. 11 ülke ise cemiyete katılmaya çağrılmıştı. Osmanlı, I. Dünya Savaşı’nı kaybettiği için Türkiye cemiyetin asil üyeleri arasına alınmamış ve cemiyete katılmaya da çağrılmamıştı.

26 maddeden oluşan Milletler Cemiyeti Yasasının 22. maddesine göre “Kendi kendilerini yönetme yeteneğinden yoksun halkların oturduğu ülkelere, kendilerini yönetmeye yetenekli olacakları zamana kadar, cemiyet adına bir mandatör atanacaktı.” Emperyalist Batı, Türkleri de “kendi kendilerini yönetme yeteneğinden yoksun halklardan biri” olarak görüyordu. Bu nedenle Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması, Türkiye’nin bağımsızlığını hiçe sayıyordu. 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın 1.Bölümünde (26 maddelik) “Milletler Cemiyeti Misakı”na da yer verilmişti.

Milletler Cemiyeti, barışı sağlamak için kurulmuştu, ancak II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyemedi. II. Dünya Savaşı sonunda 18 Nisan 1946’da dağıldı.

Atatürk Türkiye’sinin Barışçı Dış Politikası


Atatürk bir barış insanıydı, her fırsatta barışa vurgu yapıyordu. Örneğin, 16 Mart 1923’te Adana çiftçileriyle konuşmasında “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” demişti.“Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça harp bir cinayettir.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri,(ATABE), C.15, s. 215)

Atatürk, 20 Nisan 1931’de millete beyannamesinde de CHP’nin genel siyasetini “Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz” diye özetlemişti. (ATABE, C.25, s. 119)

Atatürk dönemi Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’ın ifadesiyle Atatürk Türkiye’si, “Her nerede barış adına bir toplantı varsa oraya koşmuştu.” Aras, bu toplantılara katılırken yalnız iki esasa dikkat etmiştik, diyor: 1. Eşit muamele, 2. Hiçbir devlet aleyhine yöneltilmemiş olmak... (Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 254).

Örneğin, barışı korumak için 1928’de Briand-Kellog Paktı kuruldu. Türkiye, 1929’da bu pakta üye oldu. Atatürk’ün çabasıyla 1930’larda Türk-Yunan dostluğu sağlandı. 30 Ekim 1930’da Türkiye ve Yunanistan arasında “Tarafsızlık, Uzlaşma, Tahkim ve Dostluk Antlaşması” imzalandı. 1930’larda Balkan Paktı için hazırlıklar ve toplantılar yapıldı. Atatürk, 24 Ekim 1931’de Balkan Konferansı üyeleriyle görüştü. Türkiye, güneydeki İslam ülkeleriyle ve özellikle kuzey komşusu Sovyet Rusya ile çok iyi ilişkiler kurdu. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında 17 Aralık 1925’te “Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması” imzalandı. 11 Mart 1927’de “Ticaret ve Seyri Sefain Antlaşması” imzalandı. 17 Aralık 1929’da “Türk-Sovyet Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması” yenilendi. Türkiye, ayrıca dünyadaki pek çok ülkeyle dostluk ve tarafsızlık anlaşması imzaladı. Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyeti Silahsızlanma Konferansı’na da katıldı.

Bir bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün liderliğinde yayılmacı ve saldırgan bir ülke değil, dünya barışını korumaya çalışan tam bağımsız, eşit ve egemen bir ülke olarak dünyada saygı görmeye başladı.

Türkiye Milletler Cemiyeti’nin Kapısında Beklemedi


Türkiye, 1923 Lozan Antlaşması’yla Milletler Cemiyeti’ne girmeye söz vermiş değildi. Ancak Lozan Antlaşması’nın kapsamına giren çeşitli işlerde, Milletler Cemiyeti’nin yetkili olmasını kabul etmişti. Örneğin Türkiye, Musul, azınlıklar, Boğazlar, Hatay sorunu gibi konuları Milletler Cemiyeti’ne taşıyarak çözmeyi denemişti. Musul hariç diğer konular Türk tezine uygun biçimde çözülecekti.

Peki, 1932’de Milletler Cemiyetine üye olan Türkiye, neden o tarihe kadar girişimde bulunmadı? Çünkü genç Türkiye Cumhuriyeti, bu 9 yıllık sürede 1923 Lozan Antlaşması ile elde ettiği tam bağımsızlığı hayata geçirmeye çalıştı. Lozan’da kapitülasyonları kaldıran ve kabotaj hakkını elde eden Türkiye, 1929’da gümrük duvarlarını belirleyecek, 1926’da kabotaj hakkını kullanmaya başlayacaktı. Ayrıca İngiltere ve Fransa gibi Batılı devleler Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni başkenti Ankara’yı tanımak istememişler, elçiliklerini İstanbul’da tutmaya devam etmişlerdi. Örneğin, İngiltere ancak 1930’da elçiliğini Ankara’ya taşımıştı. Bu nedenlerle genç Türkiye Cumhuriyeti, 1930’ların başına kadar İngiltere ve Fransa gibi Batılı ülkelerin etkisindeki Milletler Cemiyeti’ne üye olmak istemedi. Bunda, Atatürk’ün cemiyete güven duymamasının etkisi vardı. Milletler Cemiyeti’nin özellikle Musul Sorunundaki tavrı Türkiye için çok hayal kırıcı oldu. Bunların yanında, Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1930 arasında Batı ile fazla yakınlaşarak Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerinin bozulmasını da istememişti. Ayrıca Türkiye, bu dönemde çok çeşitli iç sorunlarla ve devrimlerle meşguldü.

Vakit Gazetesi - 7 Temmuz 1932


Türk dış politikası uzmanı Doç. Dr. Hüner Tuncer şöyle diyor: “Atatürk Hükümeti, Milletler Cemiyeti’nin İngiltere ile Fransa tarafından yönetilen bir kuruluş olduğu ve bu kuruluşa Türkiye’nin üye olması durumunda İngiltere ile Fransa’nın buyrukları altına gireceği kanısındaydı. Bu nedenle Türkiye bu kuruluşun dışında kalmayı yeğlemişti. Ancak 1930-1939 yıllarında Avrupa’da yaşanan gelişmeler Türk Hükümetinin bu tutumunu değiştirmesine neden oldu.” (Hüner Tuncer, Atatürk Döneminde Türk Dış Politikası, s. 125)

1930’ların başında Avrupa’da artan savaş tehdidi, devletlerin güvenlik endişelerini ve buna bağlı olarak güvenlik önlemlerini artırmalarına yol açtı. Bu bağlamda öncelikle Milletler Cemiyeti’nin ve ona bağlı teşkilatların güçlendirilmesine karar verildi. Bu sırada Japonya, Almanya ve İtalya’nın cemiyetten ayrılmak istemeleri ve cemiyet üyeliğini kabul eden İsviçre’nin bazı tereddütleri gündemdeydi. Milletler Cemiyeti, güçlenmesi gereken bir dönemde sorunlarla sarsılıyordu. Dünyada kendine saygın bir yer edinen Atatürk Türkiye’sinin cemiyete katılmasının, cemiyete güç kazandırabileceği düşünüldü. Nitekim 1932’de Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesini ilk öne süren İspanyol delegesi De Madarlaga, “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girişinin, cemiyetin buhran içinde olduğu hakkındaki kötümserliğin ebediyen akıllardan silinmesine yardım etmesi” dileğinde bulunmuştu. (Akşin, s. 172). Kısacası, cemiyet üyeleri, Milletler Cemiyeti’nin prestijini kurtarmak ve cemiyeti yeniden güçlendirmek için Türkiye’yi cemiyete davet etmeyi düşünüyordu.

Atatürk ise hiç acele etmiyordu. O günlerde bazı hükümet üyeleri Atatürk’e, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olabilmesi için cemiyete başvurmasını önermişlerdi. “Ancak onurlu bir dış politika uygulamaktan hiçbir zaman ödün vermemiş olan o büyük insan, Türkiye’nin üyeliğinin, Milletler Cemiyeti’ne kendisinin başvuruda bulunması yoluyla değil, ancak Milletler Cemiyeti’nin Türkiye’yi üyeliğe davet etmesiyle gerçekleşebileceğini” söylemekteydi. (Tuncer, s. 125)

Çok geçmeden beklenen oldu! Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurmadan, oy birliği ile cemiyete davet edildi.

Türkiye Milletler Cemiyeti’ne Davet Edildi


1 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda, İspanya temsilcisinin önerisi ve Yunanistan temsilcisinin desteğiyle 29 üye devletin temsilcileri, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne davetini öngören bir karar tasarısını kabul ettiler.

Türkiye Cumhuriyeti’ni Milletler Cemiyeti’ne davet eden 29 devlet temsilcisinin imzaladığı tasarının sonunda şöyle deniliyordu: “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olmaya ve değerli işbirliğinden cemiyeti yararlandırmaya çağrılmasını teklif ediyoruz.(Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-II, Tek Partili Cumhuriyet, s. 60)

6 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti Genel Kurulunda Türkiye’nin cemiyete davetini görüşmek için Belçikalı Hymans başkanlığında olağanüstü bir toplantı düzenlendi. Başkan, Türkiye’nin cemiyete davet edilmesine hiçbir ülkenin karşı çıkmadığını belirterek genel kurulun oy birliğiyle konuyu gündeme aldığını bildirdi.

Bu toplantıda Türkiye için çok güzel sözler söylendi. Örneğin, Yunan delegesi Mihalakopulos şunları söyledi: “Yeni Türkiye, ne silahlanmaya hazırlık konferansına ne de genel silahsızlanma konferansına katılmayı reddetmedi. Avrupa Birliği çalışmalarında da faal bir rol oynadı; her vesileyle samimi olarak barış için çalışma hevesini gösterdi... Türkiye ile Yunanistan’ı birbirinden ayıran asırlık kin ve husumeti yatıştırdı... Balkanların barışa kavuşmasına samimi olarak yardımcı oldu...” İngiliz delegesi Lord Londonderry ise “İngiltere Hükümetinin Türkiye’nin bir barış ve istikrar unsuru olduğuna inandığını ve onun cemiyete katılmasının coğrafi öneminden olduğu kadar Atatürk’ün yönetiminde izlemekte olduğu akıllıca politikadan dolayı da önemli olduğunu” söyledi. İran delegesi de “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesinin dünya barışının yaşatılabilmesi için bir garanti olduğunu” söyledi. Diğer ülke delegeleri de Türkiye’yi övücü sözler söylediler. Konuşmalar bitince başkan Belçikalı Hymans, Türkiye Cumhuriyeti’nin Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın verimli ve aydın yönetiminde yaptığı ilerlemenin temellerini anlattı. Genç ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyeti’ne davet edilmesinde cemiyet üyelerini birlik halinde görmekten mutlu olduğunu, kararın Genel Sekreter tarafından Türk Hükümetine duyurulacağını, Türkiye’nin cevabı gelince de hemen bütün delege kurullarına bildirilerek cemiyetin 18 Temmuz 1932’de tekrar toplanacağını belirtti. (Goloğlu, s. 62-65)

Türkiye Cumhuriyeti, bu teklifi olumlu karşıladı. TBMM, cemiyetin davetini 9 Temmuz 1932’de kabul etti. Milletler Cemiyeti Genel Kurulunun 18 Temmuz 1932’de oy birliğiyle aldığı bir kararla Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyetine üye oldu. (Cumhuriyet, 19 Temmuz 1932)

Milliyet Gazetesi - 7 Temmuz 1932


Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Milletler Cemiyeti Genel Kurulunda Türkiye hakkında övgü dolu konuşmalar yapan ülke delegelerine birer teşekkür telgrafı gönderdi. Ayrıca Milletler Cemiyetine üye olmayan fakat Türkiye ile dostluk anlaşmaları imzalamış olan devletlere, ayrıca Amerika Cumhuriyeti’ne, Brezilya Cumhuriyeti’ne ve Afganistan’a bilgi verildi. Türkiye’nin çok iyi komşuluk içinde olduğu Sovyet Rusya’nın Ankara Büyükelçisine ise ayrı bir mektup verildi. (Akşin, s. 174-176; Goloğlu, s. 67-68) Bu mektupta, Türkiye’nin Milletler Cemiyetine üye olmasının Türk-Sovyet dostluğuna zarar vermeyeceği, 1925 Türk-Sovyet Antlaşması’nın devam edeceği konusunda Sovyetler Birliği’ne güvence sağlandı. Türkiye’nin 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olması üzerine Sovyetler Birliği de 1934’te Milletler Cemiyetine üye olacaktı. (Tuncer, s. 125-126)

Atatürk’ün onurlu dış politikası tek kutuplu değildi. Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olduktan sonra da çok yönlü dış politikaya devam etti. Atatürk, bir taraftan Sovyet dostluğunu sürdürürken, diğer taraftan 1934’te Balkan Antantı, 1937’de Sadabat Paktı ile Türkiye’nin etrafında bir güvenlik çemberi oluşturdu.

★★★

Sözün kısası; Türkiye’nin Milletler Cemiyetine girişi, öncesiyle sonrasıyla Atatürk’ün onurlu, gerçekçi, milli, barışçı dış politikasının ipuçlarını vermektedir.

Şöyle ki, tam bağımsız, eşit, egemen Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesi çerçevesinde barışa katkısıyla dünyada büyük bir saygınlık kazandı; uluslararası alanda güven verici bir ülke olarak kabul gördü.  

Atatürk, Türkiye’yi hiçbir zaman Milletler Cemiyeti’nin kapısında bekletmedi. Üyelik başvurusunda bulunmadı. Milletler Cemiyeti’nin oy birliğiyle (29 ülke) yaptığı davet üzerine Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. Bu arada Sovyet dostluğuna büyük önem veren Atatürk, Sovyetler Birliği’nin etkisi altında da kalmadı. Buna karşın Sovyetler Birliği’ni de kaybetmedi. Hatta onu da etkiledi; iki yıl sonra,1934’te Sovyetler Birliği de Milletler Cemiyeti’ne üye oldu.

Gerçek şu ki, bugün kimilerinin “Eski Türkiye” diye küçümsemeye kalktığı Atatürk Türkiye’si uluslararası alanda saygın, güven duyulan, denge unsuru bir ülkeydi.