“Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni camiasında varlığını asla kabul etmiyorum.” (Atatürk, 30 Ağustos 1925, Kastamonu)

Geçen hafta, Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın Elazığ’da bir cemaat yurdunda intihar etmesi nedeniyle tarikatları ve cemaatleri konuştuk. Kimileri, “Devlet yeterli yurt yapmış olsa çocuklarımız tarikat, cemaat yurtlarına mecbur kalmaz!” dedi. Kimileri, “Tarikat, cemaat yurtları kapatılsın!” dedi. Kimileri de “Tarikat, cemaat yurtlarını kapatmak yetmez, tarikatlar, cemaatler kapatılsın!” dedi. Muhalefet ise “oy kaybederiz!” korkusuyla tarikatlara, cemaatlere karşı tavır almaktan çekindi.

Peki, ama sorunun kaynağı nedir?

SİYASET-TARİKAT ORTAKLIĞI

Sorunun kaynağı, Uğur Mumcu’nun, “tarikat, siyaset, ticaret” diye adlandırdığı ortaklığın güçlenerek devam ediyor olmasıdır. Bu ortaklığın bir de “emperyalizm” ayağı vardır. Soğuk savaş döneminde ABD, “Yeşil Kuşak Projesi” kapsamında komünizme karşı tarikatları, cemaatleri desteklemişti. Türkiye’de “Laik Cumhuriyet” karşıtı siyaset, 1950’lerden beri tarikatlarla, cemaatlerle ittifak halindedir. 1950’lerin sonunda Said-i Nursi ile ittifak kuran malum siyasetin uzantıları 2000’lerin başında Fetö ile ittifak halindeydi. Aynı siyasi anlayış, bugün de Menzil vb başka tarikat, cemaatlerle ittifak halindedir. Bugün, siyasal İslamcı iktidar açıkça “dindar nesil” projesiyle bir “Yeni Türkiye” yaratmaktan söz etmektedir. İktidar, bu “dava” doğrultusunda bir taraftan eğitim öğretimi dinselleştirirken, diğer taraftan Diyanet eliyle toplumsal hayatı dinselleştirmeye çalışmaktadır. Ekonomik politikaların bile “naslara” göre belirlendiği bu dinselleştirme sürecinde iktidarın en güçlü ortağı tarikatlar ve cemaatlerdir. Tarikat, cemaat yurtlarını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Yani, bugün tarikatlar, cemaatler, laik Cumhuriyet karşıtı sistemli bir siyasetin koçbaşı durumundadır. Ancak Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyeti, “siyaset-tarikat” ortaklığıyla bir tür din devletine dönüştürme mücadelesi her şeyden önce anayasaya aykırıdır ve suçtur.

Atatürk’ün Çağdaşlaşma Hedefi Karşısında Tarikatlar


Atatürk, her yönüyle çağdaş bir devlet kurmak, her bakımdan çağdaş bir toplum yaratmak istiyordu. Başkomutan Meydan Muharebesi’nin ikinci yıl dönümünde, 30 Ağustos 1924’te, Dumlupınar’da yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor; ilim ve marifet, yüksek medeniyet, özgür düşünce ve özgür zihniyet istiyor. Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam anlamıyla medeni bir toplum olmaktır. Çünkü dünyada bir milletin varlığının değer, özgürlük ve bağımsızlık hakkı sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser yaratmak yeteneğinden yoksun olan milletler kaybetmeye mahkûmdur. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileriye değil geriye bakmak bilgisizliğini ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.16, s.288)

Atatürk’ün ifadesiyle “medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak” için öncelikle toplumu bu yolda yürümekten alıkoyan fazlalıklardan, yüklerden kurtarmak gerekiyordu. Atatürk, büyük bir cesaretle gerekeni yaptı. Çürümüş saltanatı, artık bir işe yaramayan hilafeti, akıl ve bilim dışı nitelik kazanmış medreseleri, çağın ihtiyaçlarına yanıt vermeyen eski kanunları, eski ölçüleri, tartıları, Türkçeye uymayan ve okuma yazmayı güçleştiren eski harfleri ve uygar bir toplumun giysisi olamayacak eski kılık kıyafeti kaldırdı. Toplumu uyuşturmaktan başka bir işe yaramayan tekke, zaviye ve türbeleri kapattı, tarikatların cemaatlerin her türlü faaliyetine son verdi.



Laik Cumhuriyette saltanata, hilafete ve medreselere yer olmadığı gibi tekkelere, zaviyelere, tarikatlara ve cemaatlere de yer yoktur. Laik Cumhuriyet, kuldan “birey”, ümmetten “ulus” yaratmak için “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” yetiştirmeliydi. Fakat tarikatlarda, cemaatlerde fikir özgürlüğü yoktur, şeyh-mürit ilişkisinde tarikatın ve cemaatin kabul ettiği dinsel ilkeler çerçevesinde sorgulamadan biat etmek esastır. Tarikatlar, cemaatler her ne kadar tarihsel ve sosyolojik gerçek olsalar da akılcı, bilimsel, özgür düşüncenin gelişmesine izin vermeyen, donmuş/kalıplaşmış yapılarıyla artık çağın çok gerisinde kalmışlardır.

Atatürk’ün, tarikatları kapatma nedeni, bunların Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik” ve “ulusçu” yapısına aykırı, akıl ve bilimle “çağdaşlaşma” hedefine engel yapılar olmasıydı. Atatürk, uygar dünyada tarikatlarla, cemaatlerle bir yere varılamayacağını 100 yıl önce görmüştü.

Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması


3 Mart 1924’te Şeriye ve Evkaf Vekâletini kaldıran 429 sayılı kanunla tekke ve zaviyeler yeni kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlandı.

1925 yılında Şeyh Sait İsyanı’yla ilgili yargılamalarda tekke ve zaviyelerin bu isyanın merkezleri olduğu anlaşıldı. (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, Birinci Bölüm, s. 178)   

Önce 18 Haziran 1925’te Doğu İstiklal Mahkemesi, isyan bölgesindeki tekke, zaviyelerin kapatılmasına karar verdi. Sonra da, 30 Kasım 1925’te, 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanun” çıkarıldı.

677 sayılı kanuna göre “cami ve mescit dışındaki”, tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklandı. Bu kanun 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girdi. 677 sayılı kanuna göre kapatılan, tekke, zaviye ve türbeleri açanlar, bu yerlerde ayin yapanlar, geçici de olsa izin verenler, 3 aydan az olmamak üzere hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılacaktı. Bakanlar Kurulunun 2 Eylül 1925 tarihli talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi.

Bugün anayasanın 174. maddesine göre devrim kanunları anayasal koruma altındadır. O kanunlardan biri de 677 sayılı kanundur.  Dolayısıyla bugün tarikatlar ve cemaatler anayasaya aykırı olarak faaliyetlerini sürdürmektedirler.


“En Gerçek Tarikat Medeniyet Tarikatı”


Atatürk, tekke ve zaviyeleri kapatmadan üç ay kadar önce, Ağustos 1925’te, şapkayı halka tanıtmak için çıktığı yurt gezisinde tarikatları ve cemaatleri neden kapatacağını da halka anlattı.

24 Ağustos 1925’te Kastamonu Belediye Binasında yaptığı konuşmada şunları söyledi. “Biz her bakımdan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun nedeni dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medeni olacaktır. Şekillerimiz, kıyafetimiz tepeden tırnağa medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Medeni olacağız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk İslam âlemine bakınız. Zihniyetlerini, fikirlerini medeniyetin emrettiği kapsam ve yüksekliğe uyduramadıklarından ne büyük felaketler ve ıstıraplar içindedirler.  Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandı. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak bu zihniyetimizdeki değişikliktendi. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz...(ATABE, C.17,s.278) 

27 Ağustos 1925’te İnebolu Türk Ocağı’nda halka şöyle seslendi: “Medeniyetin coşkun seli karşısında direniş boşunadır ve o gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, semalarda uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin kudret ve ulviyeti karşısında ortaçağ zihniyetleriyle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya veya hiç olmazsa esir olmaya, aşağılanmaya mahkûmdurlar...(ATABE, C.17, s. 286)




30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da bu sefer partililere konuştu: “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve şekilleriyle medeni bir toplum haline kavuşturmaktır” dedi. “Bu hakikati kabul etmeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihinlerde mevcut bütün hurafeler tamamen kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne hakikat nurlarını nüfuz ettirmek imkânsızdır” diye devam etti. Sonra türbelerden, evliyalardan yardım istendiğini anlatarak “Türbelerden, ölülerden yardım istemek medeni bir toplum için lekedir, ayıptır” dedi. Sonra sözü tarikatlara getirerek şunları söyledi: “Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni camiasında varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.(ATABE, C.17, s. 294).

31 Ağustos 1925’te Çankırı’da halka şöyle seslendi: “Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda yol gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz... Tekkelerin gayesi halkı meczup ve abdal yapmaktır. Hâlbuki halkımız abdal ve meczup olmamaya karar vermiştir.” (ATABE, C.17, s. 298-299)

[caption id="attachment_6892489" align="alignnone" width="1200"] Atatürk, şapkayı tanıtmak için gittiği Kastamonu’da 1 Eylül 1925[/caption]

Atatürk, 97 yıl önce, yüzde 85’i köylerde yaşayan, yüzde 10’u bile okur-yazar olmayan, bir din-tarım toplumunda, üstelik geleneksel yaşam biçiminin en güçlü şekilde devam ettiği Kastamonu, İnebolu ve Çankırı gibi Anadolu kentlerinde, halkın gözünün içine bakarak gerçeği söylüyor. Bilimden, teknikten, çağdaş uygarlıktan söz ediyor. Din istismarı yapmadan, lafı eğip bükmeden, “Tepeden tırnağa kadar medeni olacağız. Mutlaka ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz,” diyor. Çağdaş uygarlığın olağanüstü gelişmeleri karşısında “Ortaçağ zihniyetiyle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan milletlerin” mahvolacaklarını, esir olacaklarını, aşağılanacaklarını söylüyor. “Her halde zihinlerde mevcut bütün hurafeler tamamen kovulacaktır,” diyor. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” diye haykırıyor. “Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz...” diyor.

Atatürk, akla ve bilime dayanan, çağdaş toplum ideali çerçevesinde hiç çekinmeden halka gerçeği söyledi. “Milletin beynini paslandıran, uyuşturan zihniyetlere, ilkel hurafelere” adeta savaş açtı. Türk milletinin artık “filan ve falan şeyhin yol göstericiliğine” muhtaç olmadığını belirterek tarikatlara karşı çıktı. “Tekkeler mutlaka kapanmalıdır” diyerek tekkeleri, zaviyeleri kapattı.

★★★

Atatürk, 97 yıl önce, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” diyerek tarikatları kapattı. 97 yıl sonra bugün, “Türk insanının tarikatlardan, cemaatlerden öğreneceği hiçbir şey yoktur” diyemeyenlerin o Cumhuriyeti koruması mümkün değildir.