Bülent Ersoy’un şemsiyesi...

Tv’deki Maske yarışmasının Satanisti...

Leman Sam’ın tweeti...

Gülşen’in kıyafeti...

Sezen Aksu’nu şarkısı...

Gündemimiz uyduruk bu magazin konuları!

Ülke bu akıldışılık ile yatıp kalkıyor.

Ülke hiç bu derece vasatlaşmadı.  Fikir- ifade kalitemiz hiç bu kadar değersizleşmedi.

Geçmiş hayatımızda magazin konuşulmadı mı? Kuşkusuz konuşuldu. Ancak hiçbir zaman ülkenin ana gündemi olmadı.

Şimdi, “Bülent Ersoy’a şemsiye tuttu” diye subaylara ceza verilir hale gelindi. Şarkıcılar ölümle tehdit ediliyor.

Magazin, popüler kültür ürünü; halkın hoşlanacağı hafiflik, hayatın rengi. Ceza vermek nereden çıktı?

Koca adamlar ekranlarda magazin konuşuyor, gazete köşelerinde magazin yazıyor. Terör bile magazinleştirildi: Milletvekili- PKK aşkı!

Siyaset, ekonomi, kültürel hayat, gazetecilik, sosyal medya tamamen magazine/ dedikoduya/ dezenformasyona indirgendi.

Asıl konuşmamız-tartışmamız gerekeni nitelikli yapamaz olduk; cehalet toplumu esir aldı. Örneğin:

Önceki gün borsa, kıpkırmızı oldu/ yüzde 5 çöktü. Bu derece düşüşün sebebi neydi?

Deniyor ki; Amerikan Merkez Bankası/FED’in faiz artırımı yapacağı açıklaması buna sebep oldu. Gerçek bu mu? Kaç gün önceki mevzu bu...

Bana sorarsanız; “Gülşen’in donu!” Şaka bir yana, magazini bırakıp önemli tartışmalar yapamıyoruz ki!

GÖZLER-KULAKLAR


Bu köşede ısrarla yazıyorum:

Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde devleti piyasanın dışına atamazsınız. Atarsanız; yoksulluğa, işsizliğe, büyük eşitsizliğe sebep olursunuz.

Atarsanız; küresel sermayenin kulu olursunuz.

Ki böyle olduğu için ülkemizde...

Gözler, birkaç ailenin kontrolündeki FED’te!

Kulaklar, ABD’nin en büyük otuz şirketinin bulunduğu borsa Dow Jones’ta!

Ağızlar ise magazin konuşuyor!

Salt finans odaklı kumarhane sistemini sorgulamak zorundayız. “Magazine bak” deyip, cebimizde ne varsa aldılar/ alıyorlar...

Peki... Bu “kukla oynatıcılar” bu gücü nasıl elde etti? Dünü bilmezsek/ kavrayamazsak geleceği inşa edemeyiz. “Beş aile” polemiği gibi FED’in de magazinleşmesine izin vermeyelim.

ABD’de iki güç yıllarca kapıştı: FED ve FDR...

FED’i biliyorsunuz; Amerikan Merkez Bankası.

FDR ise, 1933-1945 yılları arasında ABD’yi yöneten başkan Franklin Delano Roosevelt.

ABD, 1929 büyük iktisat krizini yaşarken Roosevelt New York valisi idi. Durumun ciddiyetini görüp; çiftçilere yardım, devlet istihdam komisyonu, işsizlik sigortası fikrini onaylayan ilk vali oldu. Kurduğu Geçici Acil Yardım İdaresi, şehir nüfusunun üçte birinden fazlasının yardımına koştu.

Amerikalılar ülkelerini Büyük Buhran’dan çıkaracağına inandıkları Roosevelt yüzde 57,3 oyla Amerikan başkanı seçti. Yeni başkan “devletçi” idi...

GÜCÜN YETİYORSA


Başkan Roosevelt’in ilk hedefi “3R” diye bilinen; relief, recovery, reform (rahatlama, iyileşme, düzenleme) oldu.

Program, piyasaya devleti sokmayı amaçladı.

Program, yoksulluğu- işsizliği gidermeyi amaçladı.

Program, tekrar çöküşü önlemek için finansal sistemin reformu amaçladı.

Zengin azınlık, “New Deal” denen ekonomi ağırlıklı bu yeni programa karşı çıktı.

Roosevelt anladı ki; ekonomik özgürlük olmadan politik özgürlük olmaz. Azgın azınlığa boyun eğmeyecekti.

O azınlık da Roosevelt’e yenilmeyi düşünmedi: Detroit ve New York’ta toplantılar yaptı. NAM/ Ulusal Üreticiler Birliği kurdu. Başına, (20’inci yüzyılı etkileyen 100 kişi arasında gösterilen, sözüm ona efsanevi halkla ilişkiler uzmanı) Edward Bernays getirildi! Evet, hedeflerine ulaşmak için adına “halk eğitimi” dedikleri politik propagandaya başladılar. Kendilerini “hür teşebbüs” diye yutturan DuPont, General Motors, Monsanto, Standard Oil, Johnson & Johnson gibi 262 büyük şirket, büyük paralar verdi propaganda faaliyetlerine...

Roosevelt yenilmedi; halkın desteğiyle dört seçim kazandı.

“Hür teşebbüs” başkanın karşısına ellerindeki yargı gücü “Amerikan Yüksek Mahkemesi” ile çıktı. Reformların çoğunu iptal etmeye çalıştı mahkeme! Neler... Neler...

Roosevelt ile NAM savaşı, başkanın 63 yaşında 1945’te ani ölümüyle sonlandı; New Deal rafa kaldırıldı.

Ve: Soğuk Savaşı başlatan Amerikan “hür teşebbüsü”, komünist tehdidi yalanıyla Batı’yı ele geçirdi; ardından tüm dünyayı! Siyasete, kültürel yaşama parayı soktu. Böylece Roosevelt gibi halkçı politikacıların önünü kesti.

Yani:

Gülşen’in donuna laf söylemek kolay, gücün yetiyorsa küresel ağababalar ile mücadele etsene! Demedi deme bu gidişle kıçındaki donunu da kaptıracaksın...