Önce bilgi:

Birleşmiş Milletler/ BM temeli İsviçre’de atıldı: 10 Ocak 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) kuruldu.

Amacı, ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları “barışçıl” yollarla çözmekti. Ki Batı’da kağıt üstünde yazılanlara pek güvenmemek gerekiyor. Asıl hedefi, Birinci Dünya Savaşı mağlupları; Almanya’yı Versay, Habsburg’u Villa Giust, Bulgaristan’ı Selanik ve Osmanlı’yı Sevr antlaşmaları ile zapturapt/ sıkı düzen altında tutup sömürge yapmaktı. Cemiyete, İngiliz ve Fransızlar hâkimdi. Kadrosu İngiliz, resmi dili Fransızca idi.

Mustafa Kemal, beklentileri boşa çıkardı; Sevr Antlaşması’nı yırtıp tam bağımsız ülke inşa etti...

Aradan seneler geçti. Yıl, 1931.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dış politika düsturu olan “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü ilk defa Atatürk tarafından 20 Nisan 1931’de seçim beyannamesinde yer aldı:

-“Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kararlı umumi siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.”

Aptülahat Akşin o dönem, Cemiyeti Akvam Dairesi Müdürü idi. Milletler Cemiyeti ile ilgili gelişmeleri Atatürk’e bildiriyor ve Türkiye’nin cemiyete üye olmasını talep ediyordu.

Atatürk, “Girmemiz gerektiriyorsa Sovyetlerin rızasını alalım” dedi. Sebebi, Sovyetler Birliği ile 17 Aralık 1925 tarihinde imzalanan ve sonraki yıllarda 1929 ve 1931’de protokoller ile sürdürülen “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” idi.

Keza...

Atatürk’ün bir başka direktifi oldu:

-“Milletler Cemiyeti’nin kapısında beklemeyelim. Bizi üyeliğe Milletler Cemiyeti davet etsin. Biz de (Sovyetler Birliği gibi) komşularımızla barışçıl çizgimizi koruyarak üye olalım.”

Akşin şaşırdı; cemiyete girişte böyle hal yoktu; ülkeler üye olmak için kendileri başvuruyordu. Atatürk ısrar etti.

Cemiyet’in tarihinde ilk yaşandı:

İspanya daimi temsilcisi, Türkiye’nin üyeliğe davet edilmesini tavsiye eden karar tasarısı hazırladı. Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Guatemala, İran, İsviçre, İtalya, Japonya, Kolombiya, Küba, Yugoslavya ve Yunanistan gibi 42 ülke tasarıya imza koydu.

Karar tasarısı 6 Temmuz 1932 günü görüşülerek kabul edildi. Genel Sekreter James Eric Drummond, Türkiye’ye üyelik daveti yaptı. Ve:

Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul eden karar 19 Temmuz 1932’de alkışlarla kabul edildi...

Bu tarihi anekdotu neden yazdığıma geleyim:

Bugün 10 Kasım sebebiyle ülkenin dört yanında Atatürk’ü anma törenleri yapılacak. Hepimiz duygulanıp Atatürk’e minnet borcumuzu anımsayacağız. Ama bu hatırlamayı salt duygusal boyuttan çıkarmalıyız! Atatürk’ü bilinçle de anmamız şart.

Bu köşede ısrarla şunu belirttim:

Atatürk akılcı/ rasyonalist idi.

Atatürk gerçekçi idi.

Bu sebeple her zorlu engeli aştı. Bağımsızlığın önemini Osmanlı Devleti’nin –kapitülasyonlar gibi- siyasi ekonomik pratiğinden gördü. Hep okudu, araştırdı. Her adımını bu bilinçle attı...

Peki...

Atatürk döneminde (Montrö, Hatay gibi) gurur verici diplomasi başarıları varken, Türk politikacısı, bürokratı, aydını, insanı zaman için nasıl Batı kompleksine kapıldı?

-NATO’ya girmek için Kore Savaşı’na katılındı.

Avrupa Birliği/AB kapısında 1963 yılından beri bekletiliyoruz!

-Şu bile yaşandı: “Sizi AB üyesi yapacağız” tuzağıyla Gümrük Birliği’ne sokup ekonomik ve “ilerleme kriterleri” süreçleriyle siyasi bağımsızlığı yok eden kararlar aldırdılar. Bunlar gündüz havai fişek atarak kutlandı yahu! Bu derece komplekse ne denebilir?

Atatürk’ü anmak bu komplekse dur demekten geçer.

Batı’ya kapı kulluğu yapmaya son verelim.