Pazartesi akşamı, Ege’nin cennet köşelerinden Didim’deki  Altınkum Yazarlar Festivali’nin konuğuydum.

ARENA ekibinin başarılı soruşturmacı gazetecilerinden değerli kardeşim Mine Özbek’le, onun yazdığı “Hayatın Arenası” kitabını imzaladık.

Didim’i ve bu festivali çok seviyorum.

Çünkü sevgili Didimliler kitaplara ve yazarlarına büyük ilgi gösteriyorlar.

Altınkum plajına ilk karanlıklar çöktüğünde başlayan imza kuyruğu uzadıkça uzuyor ve son imzaları attığımızda, saat sabahın 03.00’ünü bulmuş oluyor.

Kuyruktaki sessiz bekleyişte herkes birbirine saygı gösteriyor, hiç kimse bir bahane uydurup öne geçmeye çalışmıyor!..

★★★

Pazartesi akşamı da öyle oldu.

Yine uzun, upuzun kuyruklar oluştu.

İlçenin sevilen, konuksever ve başarılı Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay’ın bizi yalnız bırakmadığı etkinliğimiz sürerken, bir benzerine ancak filmlerde, romanlarda rastlanabilecek bir buluşma yaşadım.

Festivali düzenleyen Hayri Bey bir ara yanıma gelip, “Bir polis memuru sizinle birkaç dakika konuşmak istiyor” dedi.

Önce irkilip “Hayırdır” dedim, “Yok” dedi; “Çok güzel bir konudan söz edip kendisini tanıtacak.”

Buyur ettik, anlattı:

“Uğur Abi, belki hatırlayamazsınız. Yıllar önce bir gün,  İstanbul’un Bağcılar İlçesi’nde,  Parseller semtindeki bir eve gelmiştiniz. Ev dediğime bakmayın, yaşadığımız yer, hayvan bağlasanız durmayacak bir mezbelelikti!..”

Polis Aydın Şimşek ve güzel ailesi.


Hemen hatırladım. “Hani o kapısı olmayan, camlarının çoğu kırık ev değil miydi?..” dedim.

Devam etti:

“Evet abi orasıydı. Babamla annem ayrıydılar. Biz dört küçük kardeştik. Hasta babamın gücü bize bakmaya yetmiyordu. Orada nasıl donup ölmedik, nasıl hayatta kaldık, demek ki Allah halimize acıdı! Mahalleli haber verince, imdadımıza yetişip haber yaptınız. Sonra da bizi alıp Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Beykoz’daki yuvasına yerleştirdiniz. Biraz büyüyünce Üskudar’a, oradan da Büyükçekmece’deki yetiştirme yurduna geçtik. Çok şükür hepimiz yetişip  adam olduk. Bu arada annem ve babam hayatlarını kaybettiler. Ben 18 yıllık polisim. Adım Aydın Şimşek. Amirlerim öykümü bildikleri için siz de yazabilirsiniz. Belki başkaları da örnek alırlar ve zor durumdaki çaresizlerin hayatlarına dokunurlar. Mutlu bir yuvam ve iki çocuğum var. Şimdi Didim’de görev yapıyorum…”

Hem çok şaşırmış, hem de çok mutlu olmuştum.

Sevinçten ağlayacak gibiydim.

“Ben sizi çok meşgul edip, kitapseverleri bekletmeyeyim. Elinizi öperek ayrılayım. Çünkü siz bize dokunmamış olsaydınız, belki de hayata tutunamayacaktık. Binlerce teşekkür, Allah sizden razı olsun…” dedi.

Birbirimize telefon numaralarımızı verip güzel günlerimizde aramak için sözleştik.

Ve geldiği gibi, sessizce karanlığa karışıp gitti.

Ardından derin bir nefes aldım. Kimseye göstermeden gözyaşlarımı sildim.

Sıradaki okuruma  dönüp; “Buyurun efendim, sizi beklettiğim için özür dilerim. Ama biraz önce hayatımın en güzel anlarından birini yaşadım.” dedim.

‘Hayatın Arenası’nı  imzalarken şu deyişi hatırladım: “Yaşamdan sonra da anılmak isterseniz, ya okunmaya değer şeyler yazın, ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın!..”