Türkiye, sayıları her geçen gün biraz daha artan vasıfsız göçmenlerle adeta bir toplama kampına dönüşüyor. Buna karşılık fırsat eşitliğinin olmadığı, liyakatın hiç önemsenmediği ülkemizde, iyi bir gelecek kurma ümidini yitiren nitelikli beyinlerimiz de Batı’ya göç ediyorlar.

Tıpkı göçmen kuşlar gibi; her biri “çığlık” anlamına gelen mesajlar atarak gidiyorlar.

AKP iktidarınca umursanmayacaklarını bilmelerine karşın çığlık çığlığa uzaklaşıyorlar.

Geçen gün genç bir doktorun ,

“Türkiye bir doktor kaybetti, Avustralya bir doktor kazandı” diyerek paylaştığı veda mesajını okurken içim cız etti.

Aklıma Deniz Gezginci’nin anlattığı yürek burkan şu hikaye geldi:

★★★

“Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden Almanya’ya geliyorlar- keşke gelmek zorunda kalmasalar-. Hani “beyin göçü” dediğimiz şey var ya. İşte o göç eden beyinler. Onlar da ister elbet kendi ülkelerinde değer görmeyi. Ne yazık ki göremiyorlar. Onların okulu bitirdikten sonra geleceği kadrolara ya bir cemaatçi, ya bir tanıdık, ya da bir yandaş yerleştiriliyor. Bu gençlerimizin en büyük hayalleri kendilerini yurtdışına atmak olmuş. Güzel ülkemiz için ne acı değil mi?

★★★

Buraya gelenler Boğaziçili’si, ODTÜlü’sü, Koçlu’su, Sabancılı’sı... Her biri Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun, süper beyinler... Birçoğu sınavlarda derece yapmış gençler...Uçak mühendisi mi ararsın, genetik mühendisi mi, bilgisayar mühendisi mi, doktoru mu, mimarı mı?..

Hepsi var...

★★★

Ancak buraya master yapmaya, doktoraya, yüksek lisansa gelen gençleri Almanya’da kolay bir hayat beklemiyor. Türkiye’de ailesi varlıklı olanlar, 17 kat Euro kuruna rağmen bir şekilde durumu idare ediyorlar ama memur çocukları, işçi çocukları gerçekten çok zorlanıyorlar.

★★★

Gençlerin hayat hikayelerini dinliyorum. Bazıları beni o kadar etkiliyor ki onları yazmasam olmaz. Tabii isim kullanmayacağım. Sadece o hikayelerin ne kadar anlamlı olduklarını, gençlerimizin ne zorluklarla mücadele ettiğini, hangi duygular içerisinde olduklarını bilin istiyorum.

★★★

Buraya gelen ve ilk etapta yurt bulmaktan zorlanan genç bir kızımızı çok sevdiğim bir aile evine alıyor. Ona ayrı bir oda açıyor, rahat çalışabileceği ortam hazırlıyor, yemeğini, içeceğini kapısına kadar getiriyorlar. Yeter ki bu kızımız derslerine iyi çalışabilsin istiyorlar. Bunun için tabii ki hiçbir ücret beklemiyorlar. Öğrenci kızımız da giderek ailenin bir üyesi oluyor...

★★★

Almanya’yı az çok tanıyanlar bilirler. Burada havalar soğuktur ama evlerin içinin ısıtması çok iyidir. Çoğu evde merkezi ve alttan ısıtma olduğu için, kışın bile evin içinde kısa kollularla gezilebilir. Bu öğrenci kızımızın kaldığı evde olduğu gibi.

Öğrenci kızımız dahil herkesin kısa kolluyla gezdiği evde, ailesi ile ne zaman internet üzerinden görüntülü olarak görüşecek olsa, üzerine bir hırka giyiyor ve hırkasını giymeden kamerayı açmıyor.

★★★

Bu durum kaldığı evin annesinin ilgisini çekiyor. Bir, iki, üç... Kız ne zaman Türkiye’deki ailesi ile görüntülü bir konuşma yapacak olsa, üzerine kalın hırkasını giyip kamerayı öyle açıyor.

Evin annesi merak edip soruyor;

“Güzelim ev çok sıcak, sen neden ailenle görüntülü konuşurken üzerine hırka giyiyorsun?..”

Öğrenci kızımız şu cevabı veriyor:

“Ablacığım benim ailemin durumu iyi değil. Biliyorum kardeşlerim şu an Türkiye’de ısınma sorunu yaşıyor ve soğukta oturuyorlar. Onlar bu kış ayında soğukta otururken ben burada yazlıklarla karşılarına çıkmayı içime sindiremiyorum. O nedenle üzerime hırka alıyorum. Kardeşlerim üzülmesinler istiyorum!..” 

★★★

Dedim ya...

Her mesaj adeta bir çığlık.

Tıpkı göçmen kuşlar gibi...

 

Çığlık çığlığa gidiyorlar.

Bir farkla...

Onların dönüp dönmeyecekleri bilinmiyor!..