“1938 yılında İstanbul’a göç ederek Samatya’ya yerleşen yoksul bir ailenin ilk çocuğuydu. Bu nedenle daha ilkokulda okurken, semtteki büyüklerine ait bir gümüş atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri önce iş önlüğünü, ardından da kolunu kapmış, el ve kolu ta omzuna kadar presin altında ezilerek un ufak olmuştu.

Doğduğu Cerrahpaşa Hastanesi’ne götürüldüğünde doktorlar; ‘Bu çocuk yaşamaz’ demişlerdi. Ameliyat sonrası günlerce komada kalmış, tüm ümitlerin söndüğü bir gün, mucizevi biçimde gözlerini açıp hayata yeniden tutunmuştu. Bu onun Cerrahpaşa’da dünyaya ikinci kez gelişiydi!..

★★★

Kaza sonrası çevresindekilerin acıyarak bakmaları ağrına gittiğinden, kendi isteğiyle bir yıl süreyle okula devam etmedi. Ama dışarıdan ders çalışmayı sürdürdü. Okulsuz geçen o yıl boyunca hep düşündü ve sonunda tek kollu bedeniyle bir meslek edinebilmek için yegane seçeneğin okumak olduğunu, hayatta başka bir başarı şansının bulunmadığını anladı.

★★★

Okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam etti. Tahtakale’de işportacılık, konfeksiyon atölyelerinde işçilik yaptı. Her yıl okul birincisi olup evine takdirlerle döndüğü gibi ‘bu halinle oynayamazsın’ diyenlere inat, futbol bile oynadı. Hatta o yılların gözde takımlarından Samatya Gençler Kulübü’nün formasını giymeyi de başardı. Ayrıca hastalık derecesinde Fenerbahçeli idi. Bu sevgiyle şanlı tarihe sahip kulübünün kongre üyesi oldu.

★★★

1957’de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandığında, o güne kadar yaşadıkları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti ve rüya gördüğünü düşündü. Gerçekten başardığına emin olunca, hayatının en büyük mutluluğunu yaşadı. Doğduğu, kaza sonrasında yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesi’nin kapısından içeri girerken ‘Bu hastane benim hayatımı kurtardı. Şimdi can kurtarma nöbetini devralma sırası bende’ diye düşünüyordu. Lise gibi, üniversiteden de birincilikle mezun oldu. Tabii yığınla zorlukla mücadele ederek, sayısız engeli aşarak...

★★★

Örneğin kolunu kaybettiği kazadan önce o da çoğumuz gibi sağ elini kullanıyordu. Sol eliyle iş görebilmek için çok uğraştı. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekip hastaya enjekte edebilmek için, geceler boyu hastanede gönüllü nöbetler tuttu. Eve gittiğinde de portakallara su şırınga ederek becerisini pekiştirmeye çalıştı. Dikiş atmayı da evde ne kadar sökük ve yırtık varsa dikerek öğrendi. Böylece iki yıl içinde tek kollu olmanın önüne koyduğu tüm engelleri aşmayı başarmıştı.

★★★

Profesör olduktan sonra dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar verdi, uluslararası tıp dergilerinde 300’ü aşkın makalesi yayımlandı. Ayrıca cilt hastalıkları üzerine çok önemli iki kitap yazdığı gibi, ülkemizde cinsel yollarla bulaşan cilt hastalıklarıyla ilgili kürsüyü ilk kez kuran bilim insanı olarak da tarihe geçti.

★★★

Bu arada ABD, Almanya, Fransa ve Kanada başta olmak üzere birçok ülkeden çok cazip teklifler aldı. ‘Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var’ diyenlere gülüp şu cevabı verdi:

‘Evet ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibini gördüm. Doğrudur: Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim ama yolumu kaybetmedim! Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı biri olmadığımı düşündüm. Bu güzel topraklardaki tüm insanları kardeşlerim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak, hatta vatan uğruna ölmeyi göze almak demektir. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir derler. Ben hep eğik gezdim şu dünyada. Kibirden nefret ettim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. Çok çalışarak tüm engelleri aştım ve işimi asla şansa bırakmadım...’

★★★

Cumhuriyet sevdalısıydı, ödünsüz Atatürkçüydü.

★★★

Fakir babasıydı. Doğup büyüdüğü semtin yoksul insanları sadece hastalandıklarında değil, dara düştüklerinde de doğruca ona koşarlardı. Hastalarını ücretsiz muayene ettiği gibi, ilaç masraflarını da kendi cebinden karşılardı.

★★★

Halk arasında “Kolsuz Agop” olarak ünlenen “hocaların hocası” Prof. Dr. Agop Kotoğyan’ı yaklaşık 4 yıl önce, doğduğu, yeniden yaşama tutunduğu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde  kaybettik.

Demem o ki; kolayca doktor olunmuyor, hele iyi doktor, hiç de kolay olunmuyor.

“Giden gitsin” demek yerine, doktorlarımıza daha çok sahip çıkmamız ve “Aman bizi bırakıp gitme” dememiz gerekiyor.