DEĞERLI okurlarım,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde geçen hafta çok sert tartışmalar yaşandı. Bunlardan biri de Milli Sa­vunma Bakanı Hulusi Akar ile İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Başdanış­manı ve İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray arasında geçti.

İYİ Parti’nin önde gelen isimlerinden Aytun Çıray, duayen gazeteci Uğur Dündar’a olay yaratacak açıklamalarda bulundu.


Dr. Çıray”la bugünkü söyleşi­mizde hem bu tartışmayı, hem de son siyasi gelişmeleri irdeleyeceğiz.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Çıray, medeni eleştiri ve tartışma üslubunuz son derece dikkat çekici. Muhataplarınızı in­citmemeye özen gösteriyorsunuz ama sözünüzü de hiç esirgemiyor­sunuz. Nitekim Meclis’teki konuş­manızın daha başında Milli Sa­vunma Bakanı Hulusi Akar’ın bir öfke patlamasına maruz kaldınız. Ne yazık ki bu tür adaba aykırı tavırlar, siyasette çok yaygınlaştı. Size göre bunun sebepleri ne?

MERAL AKŞENER HESAP VEREBİLİR ŞEFFAF BİR BAŞBAKAN OLMAK İSTİYOR

AYTUN ÇIRAY (A. Ç.): Öfke patlaması da diyebilirsiniz, yirmi yıllık bir iktidarın ortaya çıkardığı kibir ve yozlaşmadan kaynaklanan saldırganlık da... Sayın Dündar, İngiliz tarihçi Lord Acton’ın çok ünlü bir sözü vardır: “Güç yozlaştırmaya eğilimlidir ve mutlak güç mutlaka yozlaştı­rır.” Burada “mutlak güç” ten kasıt otokratik rejimlerden başlayarak faşizme uzanan çizgidir. İçinde yaşadığımız 16 Nisan “ucube” rejimi böy­le bir çizginin üzerindedir. Halbuki demokratik parlâmenter rejimlerde, güçler ayrılığı, denge ve denetleme mekanizmaları ve özgür basın, yozlaşmayı sınırlar. İşte bu yüzden bizim İYİ Parti ola­rak, Sayın Meral Akşener lider­liğinde görev edindiğimiz hedef, mutlak kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik parlamenter rejimi çağın şartlarına uygun olarak inşa etmektir. Buradaki “mutlak” tanımlamasının altını tekrar çizmek istiyorum.

(U.D.): Neden?

(A.Ç.): Şimdi biz, Genel Başkanımızın liderliğinde büyük bir seçim zaferine imza atacağımıza inanıyoruz. Ancak Sayın Meral Akşener’in Başbakanlığında talip olduğumuz devlet gücü sadece yürütme, yani hükümetin icraatları ile sınırlı ola­cak. Biz, bu görev ve yetkileri nasıl kullandığımızın gerek Meclis, gerekse yargı tarafın­dan kendi anayasal mekaniz­maları içinde denetlenmesini istiyoruz. Yani Sayın Akşe­ner denetlenebilir ve şeffaf bir Başbakan olmak istiyor. Madem güç, yani iktidar yozlaşma eğilimindedir, bu eğilimi engelle­menin tek yolu mutlak kuvvetler ayrılığıdır. En etkili şekli ise Genel Başkanımızın ısrarla vurguladığı gibi; bunun güçlendirilmiş parla­menter sistemle tesis edilmesidir.

AKP YOZLAŞMAYI, YOZLAŞANLARLA TEMİNAT ALTINA ALMAK İSTİYOR

(U.D.): Mesele mutlak gücün mutlaka yozlaşmasına gelip daya­nıyor herhalde...

(A.Ç.): Doğru. Bunu keşke yaşayarak deneyimlemeseydik. Ancak Türkiye’de 2010 Anayasa değişikliğinden beri çok karanlık hadiselerle adım adım inşa edilen rejim, bir mutlak güç rejimidir. Değerli Dündar, tarihimizde 625 yıllık mutlakıyet rejimi dahil, hiç böylesine mutlak güç ihtirasına şahit olunma­mıştır. Artık 21 yıla yaklaşan AKP iktidarlarının yegane varlık sebebi adeta devletin tüm kudretinin tek adamda toplandığı ucube bir rejimi kalıcı kılmak. AKP, parti olarak sanki sadece bu amaç için kur­gulanmış. AKP’nin 2001 yılın­daki kurucu çekirdek kadrolarına şöyle bir bakın, bir de bugününe... Kişiliğini tamamen bu amaca tahsis etmeyen bütün siyasetçiler tasfiye edilmiştir. Askeri vesayeti kaldırma iddiası ile gelen Sayın Erdoğan, Sayın Abdullah Gül’ün tekrar aday olabilece­ği konuşulurken, bahçesine içinde Genelkurmay Başka­nının bulunduğu helikopteri indirilebilmiştir. Mutlak itaat, kayıtsız şartsız biat göste­renlere ise tam bir keyfilikle adeta han-ı yağma garantisi verilmiştir.

(U.D.): Garanti derken...Bu sözlerinizi biraz açar mısınız?

(A.Ç): AKP yozlaşmayı yozla­şanlarla teminat altına almak isti­yor. Çünkü aralarında simbiyotik bir ilişki söz konusu. Birine zarar gelirse, diğeri yaşayamayacak olan canlılar gibi bunlar birbirlerini yaşatmak zorundalar. Böyle bir ya­şam tarzının ortamı da bu ucube rejim. O halde tek çareleri. ne pahasına olursa olsun iktidar ömürlerini uzatmak ve bunun için de rejimi kalıcı hale getir­mek. Bu da asla ilke ve ahlâ­ki değerler ile sağlanamaz. O nedenle bir seçimde “One minu­te” dedikleriyle, diğer seçimde can ciğer kuzu sarması olmalarının hiçbir mahsuru yoktur. Sisi ile barışmaları, BAE önünde boyun eğmeleri, Suudilere yağ çekme­leri, son olarak Beşar Esad’ın önünde beklemelerinin diplomasi veya ülke çıkarları ile ilgisi yoktur. İktidar sürelerini uzatmak için para lâzımdır ve bedeli ne olursa olsun terk ettikleri limana tornis­tan yaparlar. Bunun ülkeye verdiği zarar, içte-dışta Milletin başına ördüğü çorapların maliyetleri ise umurlarında değildir.

AKAR KORKUYOR!

(U.D.): Peki Sayın Hulusi Akar’ın size karşı sergilediği hid­deti ve o akıl almaz küfre varan tavrı da bu çerçevede mi değerlen­diriyorsunuz?

(A.Ç.): Ben Akar’da muaz­zam bir kibirle karışık derin bir korku da hissettim. Kısa­ca Akar korkuyor. Çünkü, tu­tanakları okuyanlar, diğer sorula­rımla onların kof yerlilik ve millilik iddialarını, sözde anti- Amerikancı politikalarını ve FETÖ ile sahte mücadelelerini ifşa ettiğimi göre­cekler. Mesela bu ucube rejimin oluşmasındaki payını hatırlattım. 15 Temmuz hain FETÖ Dar­besi ve İsyan teşebbüsü esna­sında TSK’nın başındaki kişi sizdiniz, dedim. Uğur Bey, Meclis”te Milletin vekiline efelenen Akar, asıl o gece efelenme­liydi. Buna rağmen bu meşum olayı aydınlat­mak için kurulan Meclis FETÖ Darbesini Araş­tırma Komisyonu’nun davetine icabet etmediğini yüzüne vurdum.

ŞEHİTLERİMİZ İÇİN SORDUM: ÇUVALCI AMERİKALI GENERALDEN NİYE MADALYA ALDINIZ?

(U.D.): Sayın Akar’a, “2003 yılı 4 Temmuz’unda Süleymaniye’de Türk Askerlerinin başına çuval geçirilmesi emrini veren Amerika Kara Kuvvetleri Komutanı Ray­mond Odierno’dan 27 Ocak 2015 tarihinde bir liyakat nişanı aldınız. Sizin bu ödülü aldığınız sırada PKK’lılar İdil’de silahlarıyla geçit töreni yapıyorlardı. TSK’nın kurumsal onurunu yaralayan bu kişi aracılığı ile verilen bu nişanı neden kabul ettiniz?” diye sor­dunuz. Sizi bu soruyu sormaya yönelten temel etken neydi?

(A.Ç): Devlette çok üst düzey sorumluluk sahibi olanların devletin ve milletin itibarını korumak gibi bir gö­revleri vardır. Hulusi Bey gibi TSK’nın kurumsal onurunu en üst düzeyde temsil eden birinin, bu onuru zedeleyen bir eden kişiden herhangi bir nişan alamayacağını idrak edememiş oluşu, beni çok yaralamıştı. İtirazım ABD’den bir madalya almasına değil, gözbebeğimiz Türk Silah­lı Kuvvetlerinin haysiyetini yaralayan bir cürmün sahibi olan “Çuvalcı Paşa”dan al­masınaydı. Üstelik o ödülü al­dığı esnada PKK İdil’de silah­larla geçit töreni yapıyordu. PKK bu tür geçit törenleri yapıp, küstahça bir cesaretle hendek savaşları için valile­rin kaymakamların, garni­zon komutanlarının gözleri önünde hazırlıklarını sürdü­rüyordu. O dönemde açılan PKK hendeklerini kapatırken 793 şehit verdik. Sonra da kendi Genelkurmay Başkanlığı döneminde en yakınına aldığı generaller, 15 Temmuz hain kalkışmasında FETÖ başrol­lerdeydiler. Kendisini esir aldılar. O gece vatandaşlarımız, kendilerini koruması gerekenle­ri korurken şehit oldular. Buna rağmen Bakanlığı döneminde bir FETÖ’cü generali Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat dairesine atamaları üzerine kendi kendime ant içtim ve dedim ki; şehitlerimiz adına Akar’dan bunların hesabını soracağım.

AKP’NİN “TÜRKİYE YÜZYILI” SLOGANI “AMERİKAN YÜZYILI” SLOGANINDAN ALINMA

(U.D.): Milli Savunma Bakanı olarak Hulusi Akar’ın bir bilanço­yu çıkarmasını sağlayacak çok kritik sorular sordunuz. Bu sorula­ra tatmin edici herhangi bir cevap alabildiniz mi?

(A.Ç): Maalesef hiçbir cevap alamadım. Ben gelmeden önce yaptığı sunum, tek adam rejimini karakterize eden bir belagat ve propaganda yığınından ibaretti. Çünkü iktidarlarını olabildiğince sürdürmek için sahte bir gerçeklik inşa etmeye çalışıyorlar. Nitekim, ‘Türkiye Yüzyılı’ sloganları da Amerikan Seçimlerinde kullanılan ‘Amerikan Yüzyı­lı’ sloganından araklanmış. Şimdi onun çerçevesine sun’i mi sun’i bir vizyon uyduruyorlar. Bu arada büyük büyük bedeller öde­diğimiz kavgalıları ile de kim bilir ne tavizler vererek barışıyorlar. Böylece dışarıya da ‘ne isteyecek­lerse verebilecek yegane aktör’ olduklarının mesajını veriyorlar. Tabii ki böyle bir ortamda de­ğil savunma sanayiine ilişkin ayrıntılı sorularıma, ‘Altay Tanklarının’ akıbetine ilişkin sorumuzun cevabını dahi alamadım.

SİSİ EL SIKIŞIRKEN YUNAN İLE ARKAMIZDAN DOLANIYORDU: MAVİ VATAN TEHLİKEDE

(U.D.): Sizin Plan Bütçe Komis­yonunda Sisi ile ilgili olarak söyle­dikleriniz de dikkatlerden kaçtı...

(A.Ç.): Evet. Ne yazık ki Tayyip Bey Sisi’nin elini köftelerken aynı anda Mısır ve Yunan Dışişleri Bakanları, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yetki alanlarını tartışmalı hale getirecek bir “Arama-Kurtar­ma Yetki Alanları” anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmayla Mavi Vatan tehlikede. Peki bu ülkede sizden başka bunu irdeleyen medya mensubu duydu­nuz mu? Bakın eğer Türkiye önümüzdeki seçimlerde bu iktidardan kurtulamazsa, bir gün uyandığımızda göreceğiz ki Osmanlı’nın yıkılış döne­minde olduğu gibi bir hari­tadan ibaret kalmışız. İsmet Paşa’nın bize Lozan’da ka­zandırdığı yüz yıl, bağımsız­lığımızın son yüz yılıymış! Bu yıkım deneyine, kumarbaz gözü pekliğine Milletimizin iradesiyle bi­zim son vermemiz gerekiyor. Bu­nun için Numan Kurtulmuş’un öncülük ettiği “yükseliyoruz” söylemleriyle başlatılan beyin yıkama kampanyalarını doğru değerlendirmeye mecburuz.

(U.D.): Beyin yıkama kam­panyasından kastinizi biraz açar mısınız?

(A.Ç.): Sayın Dündar, uzun süredir başta Numan Kurtulmuş gibi AKP’nin az yıpranmış kimlik­leri ve AKP’nin “algı operatörleri” aracılığı ile -ki bir anket firması bunda başrolü oynuyor- Cumhur İttifakı’nın düşüş eğiliminin dur­duğunu, hatta tekrar yükselişe geçtiğini yayılıyor. Gelenekleri itibarı ile özeleştiri ve eleştiri kültürü çok güçlü olan sol, sosyal demokrat bazı yazar çizerler de bu iddiaları inandırıcılık sağlayacak bir tutum alıyorlar. Halbuki buna benzer seçim süreci kurgu­lamalarına daha önce şahit olduk. Burada mekanizma şöyle işletiliyor: Muhalefetin yükselişi belli bir süre AKP üst yönetiminin belli figürle­ri tarafından olgusal olarak kabul edilir. Sonra muhalefet aktörleri birtakım nedenlerle rehavete kapılmış gösterilme­ye başlanılır. Sonra bu düşüş “örtülü yandaş” firmalarla anketlere yansıtılmaya başla­nır ve Cumhur İttifakı yük­selişe geçmiş gibi gösterilir. Ekonomik ve sosyal olarak inan­dırıcılıklarını kaybettikleri için de, yine kendi beceriksizlikleri yüzün­den ortaya çıkan ilk terör olayın­dan sonra da milliyetçi hamasete dayalı, muhalefeti terör örgütleri ile yan yanaymış gibi göstermeye çalışan ahlâksızca bir söyleme baş vururlar. Son olarak da Suriye’ye derde deva olamayacak gösterme­lik harekâtlar düzenlerler.

TÜRK MİLLETİ KUMAR MASASINI DAĞITACAK!

(U.D.): Peki bu strateji bu kez de tutar mı?

(A.Ç.): Zorluğumuz milletin ha­ber alma hakkının elinden alınmış olmasında. Seçim sürecinin nihai safhasında hakimiyet kurulan tüm medya ve Internet sosyal mecra­larında bu söylemler pompalana­cak. Ancak bu defa bu şablon işlemeyecek. Türk Milleti, kendisinin sürüldüğü kumar masasını dağıtacak. Ayrıca mutlak şekilde yozlaşmış bir rejimin vakti zamanı geldi­ğinde çökmesini hiçbir güç, hiçbir beyin yıkama mekaniz­ması önlemez, önleyemez.