Genç kuşağın değerli mizah ustalarından Şahan Gökbakar diyor ki;

“Bir düşman bulunuyor. O düşmana tüm hakaretler ediliyor.  Sana da dönüp ‘Sen niye hakaret etmiyorsun hain?’ deniliyor.

Sonra o düşmanla bir anda dost olunuyor. Bütün hakaret edenler bu kez övgüler düzmeye başlıyor. ‘Eee daha dün düşmandı bu!’ diyorsun. ‘Barışmak sana neden batıyor hain !..’ diyorlar.”

★★★

Şahan Gökbakar yerden göğe kadar haklı.

Sosyal medyada iktidara destek sağlayan hesapların geçmişte bazı kişiler hakkında yaptıkları paylaşımlarla, bugün verdikleri mesajlara baktığınızda; bu gerçeği apaçık görüyorsunuz.

Örnek mi istiyorsunuz?

O halde bakın Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye yönelik mesajlara.

Aynı Sisi dün darbeciydi, katildi, caniydi, Müslüman düşmanıydı. Bu düşüncelere katılmayıp, “Atatürk’ün yurtta barış, dünyada barış söylemi ne kadar doğru. Bu kadar kavgaya ne gerek var? Türkiye Ortadoğu’da Atatürk’ün barışçı politikasını izlemeli!” diyenler, yerin dibine batırıldıkları, bir yığın hakarete maruz kaldıkları yetmiyormuş gibi, iktidarın dış politikasına çomak sokan birer “hain” olarak savcılara tutuklanmak üzere hedef gösteriliyorlardı.

Bugün o Sisi baş tacı!..

★★★

Çok yakında aynı sil baştan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad için yapılacak.

Katil Esad, yeniden kardeşim Esad olacak!..

Geçmişte ona hakaret yağdıranlar, Esad’ı yere göğe sığdıramayacak!..

Bu kez “U” dönüşünü eleştirenler “hain” damgasını yiyecek!..

★★★

Ne yazık ki karşı düşünceye saygı ve hoşgörünün bu topraklara veda edeli epey oluyor!

Yurtta ve dünyada olup bitenleri yansıtmaktan çok, kavga arenasına dönüşen TV haberlerini izlemeyen yurttaşların sayısı hızla artıyor.

Kiminle konuşsanız “Siyasi liderlerin ekranda bağıra bağıra birbirlerine hakaret etmelerinden bıktım usandım” cevabını alıyorsunuz.

★★★

Değerli bilim insanı dostum Prof. Dr. Levent Kırılmaz anlatmıştı:

Hintli bilge, öğrencileriyle gezinirken Ganj Nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş.

Öğrencilerine dönüp “İnsanlar neden bu aile gibi birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş.

Öğrencilerden biri “Çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızda! O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de duyurabiliriz, değil mi?” demiş...

★★★

Öğrencilerden ses çıkmayınca devam etmiş:

“İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir...”

Öğrencilerden biri sormuş:

-Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur?

“Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır...”

Öğrenci üstelemiş:

-Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur?

“Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar. Çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Hatta konuşmalarına bile gerek kalmaz, bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir...”

Bilge son olarak şunları söylemiş:

“Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde bu mesafe öylesine açılır ki gün gelir, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz!..”

★★★

Toplumumuzda bu mesafenin daha fazla açılmaması, öfkenin yerini sevgi ve hoşgörünün alması dileğiyle...