Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili çarpıcı tespitler...


Değerli okurlarım,

Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna’yı kolayca dize getireceğini, Rus ordusunun kısa sürede Ukrayna savunmasını çökerteceğini ve Kiev yönetiminin beyaz bayrak çekip, Moskova’nın şartlarını kabul ederek müzakere masasına oturacağını düşünüyordu. Ancak bu düşünceyle girdiği savaşta ummadığı bir dirençle karşılaştı. Savaşın başlamasından bu yana iki ay geçmesine rağmen, Rus ordusu başarı göstermek şöyle dursun, Kiev kuşatmasında hezimete uğradı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada, ABD ve AB, Rusya’ya karşı ağır ticari ve mali ambargo uyguluyorlar. Moskova’nın Batı dünyası ile ticari ve ekonomik ilişkileri bazı istisnalar haricinde neredeyse donmuş durumda. Rusya kendi döviz rezervlerini dahi kullanamıyor. Rus donanmasının Karadeniz’deki amiral gemisi Moskova’nın Ukrayna’nın Neptün füzeleriyle batırılmış olması Zelenski yönetimine büyük moral güç kazandırırken, Rusya da 150 bin kişilik bir kuvvetle Donbas bölgesinde harekât başlattı.

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu söyleşimizde, savaşın nasıl gelişebileceğini ve muhtemel sonuçlarının bölge jeopolitiği üzerindeki etkilerini ele alacağız.



★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, savaş alanındaki muhtemel gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Savaş alanında roller tamamen değişmiş görünüyor. Rus ordusunun Kiev’den geri çekilmesinden ve Moskova kruvazörünün batırılmasından sonra Ukrayna yönetimi kuvvetli bir özgüven patlamasının etkisine kapıldı... Ateşkes ve müzakereden söz etmek istemiyorlar. Tabii bu tutumun nedenlerinden biri de, dünyayı ayağa kaldıran Buça’daki korkunç katliam görüntüleri... Ukraynalı liderler Batı dünyasına, bize silah verin, Ukrayna topraklarını Rus ordusuna mezar yapalım diyorlar. Savaşın başlamasından bu yana, hiçbir askeri başarı kazanamamış olan Rusya ise moral eziklik içinde hedef küçültülmüş durumda. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 19 Nisan’da yaptığı açıklamada, savaşın ikinci aşamasına girildiğini ve bu aşamada Moskova tarafından yürütülen “özel askeri operasyonun hedefinin Donetsk ile Lugansk Cumhuriyetleri topraklarının tamamen kurtarılması olduğunu” ilan etti. Lavrov, aynı zamanda, “Hedefimizde rejimi devirmek bulunmuyor. Bizim tek isteğimiz Ukrayna halkının gerçekten geleceğini kendisi tarafından belirlemesidir” dedi.

RUSYA AZAK DENİZİ’NDE MUTLAK HAKİMİYET KURMAK İSTİYOR

(UD): Geri adım atmak zorunda kalan ve karizması çizilmiş bir Putin var karşımızda... Rusya’nın bundan sonraki Ukrayna stratejisinin nasıl şekilleneceğini düşünüyorsunuz?

(ŞE): Lavrov’un sözkonusu açıklamasında kuvvetli barış vurgusu dikkat çekiyor. Lavrov, Rusya’nın krizin bir an önce çözülmesinden yana olduğunu dile getirerek, “Biz İstanbul müzakerelerinde yeterince iyi niyet adımları attık. Kiev kuşatmasını kaldırdık ve Çernigiv bölgesinden çekildik. Maalesef bizim iyi niyetli adımımız Kiev yönetimi tarafından mukabele görmedi” dedi... Batılı analistler, Rusya’nın yeni stratejik hedefinin, Donbas havzasındaki Lugansk ve Donetsk illerinin tamamını ele geçirmek ve Donetsk’in batısından itibaren güney kıyıları üzerinden Kırım’a kadar uzanan bir kara koridoru kurmak olduğunu tahmin ediyorlar. Bu hedeflerin gerçekleşmesi halinde, Mariopol’un da teslim alınasıyla Rusya, Azak Denizi üzerinde mutlak kontrole sahip olacak ve Donbas havzasını Herson üzerinden Kırım’a bağlayacaktır. Analistlerin  tahminlerine göre, harekât bu hedefleri elde etmeyi başarırsa, Putin’in bunu Rus halkına bir zafer olarak sunması beklenmelidir. Keza, bu öngörülere göre, hedeflerin, 9 Mayıs tarihine kadar gerçekleştirilmesi halinde, “Putin’nin Ukrayna zaferi” Nazilerin yenilgiye uğratıldığı 9 Mayıs 1945’in yıl dönümü törenleriyle birlikte kutlanacaktır.

(UD): Putin, sözkonusu hedeflerini  gerçekleştirdikten  sonra  müzakere masasına oturmak isterse, Zelenski buna razı olur mu?

ZELENSKİ’NİN BARIŞ MASASINA OTURMAK GİBİ BİR NİYETİ YOK

(ŞE): Zelenski’nin böyle bir niyeti yok!... Halen, Ukrayna’da Rusya’ya karşı zafer söylemiyle coşan ve savaşa devam için Batı’dan acilen ağır ve etkili silahlar isteyen bir yönetim ve halk var. Rus ve Ukrayna heyetleri İstanbul’da yaptıkları görüşmelerden olumlu bir hava içinde ayrılmışlardı. Ancak, Rusya’nın Kiev muhasarasından vazgeçip kuvvetlerini geri çekmesi, bu arada Buça’daki katliamın ortaya çıkması, bu iyimser havanın birden bozulmasına ve Zelenski’nin müzakerelere devam hususundaki tutumunu değiştirmesine yol açtı. Başkan Biden’nin katliamı bir soykırım olarak nitelemesinden ve Ukrayna Parlamentosu’nun Rusya’yı soykırımla suçlayan bir karar almasından sonra, Kiev, Moskova ile müzakere kapısını kapattı. Zelenski, “Donetsk ve Lugansk’i işgal ederse Rusya ile kesinlikle müzakere masasına oturmayacağız  ve bu iki ili geri alıncaya kadar Rusya ile savaşacağız” dedi. 6-7 Nisan tarihlerinde Brüksel’de gerçekleşen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında savaşa devam etmesi için Ukrayna’ya silah yardımında bulunulması kararı alındı. Bunu takiben Pentagon Ukrayna’ya 800 milyon dolarlık ilave askeri yarımda bulunulacağını açıkladı. Bu yardım paketi ağır ve etkili silahlar içeriyor. AB de, Ukrayna’ya 1.2 milyar Euroluk yardımda bulunacağını duyurdu...

(UD): Açıklamalarınızdan ABD ve NATO’nun, Rusya’ya, Ukrayna topraklarında kan kaybettirip, yıpratmak istedikleri anlaşılıyor.

SAVAŞ ASLINDA ABD/BATI VE RUSYA ARASINDA

(ŞE): Doğru... Savaş ilk bakışta Ukrayna-Rusya savaşı olarak görünse de, esasta ABD/Batı-Rusya savaşı olduğu biliniyor. ABD, Ukrayna’yı bir rekabet alanı olarak görüyor ve Rusya ile orada hesaplaşmak istiyor. Amacı, uzun bir yıpratma savaşı ile Rusya’ya yeniden bir Afganistan yenilgisi yaşatmak ve mümkünse onu tüketmek... Tabii ABD ve NATO açısından bu savaşın bir başka önemli nedeni daha var. Bu da, Putin’in eski Sovyet coğrafyası üzerinde yeniden hakimiyet kurmak ve Karadeniz havzası üzerindeki kontrolünü genişletmek yolundaki ihtirasını kırmak.

(UD): Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu savaşa devamının Ukrayna’nın mahvına yol açacağını belirtiyor...

PUTİN VE ZELENSKİ DONBAS’TAN VAZGEÇMEDİKLERİ SÜRECE SAVAŞ UZAR

(ŞE): Zelenski ve Ukrayna halkı “Donbas havzası, yani Donetsk ve Lugansk illeri bizim topraklarımız, Rusya oraları işgal ederse, geri alıncaya kadar savaşacağız” diyorlar. Savaşın başlangıcında hafife alınan bu lider ve halk, örnek bir cesaret ve askeri yetenek gösterdi. Halen, savaşa devam motivasyonları da yüksek... Putin’e gelince, iktidarını ancak, Donbas’ı ele geçirip Kırım gibi ilhak etmesiyle muhafaza edebileceği açıkça belli oluyor. Ünlü Rus düşünürü ve stratejisti Aleksandr Dugin, kendisiyle yapılan bir röportajda “Rusya, Ukrayna’da başlattığı savaşı mutlaka kazanmak zorundadır. Aksi takdirde ne Putin, ne Rusya, ne dünya kalır” demiştir. Savaşın Putin için “yüksek riskli bir kumar” olduğunu vurgulamak için bu doğru bir söylem... Bu nedenlerle, ne Putin’in, ne de Zelenski’nin Donbas’tan vazgeçemeyeceklerini düşünüyorum. Bu da, savaşın uzaması demek...

(UD): Cumhurbaşkanı Erdoğan iki liderle de görüşüp, İstanbul müzakere sürecini yeniden başlatma hazırlığında...

(ŞE): Naçizane, zahmet etmesin derim. Liderler görüşebilse, diplomatik çözüm yolu belirttiğim nedenlerle kapalı...

F-16 SAVAŞ UÇAKLARI İHTİYACI, ANKARA’NIN RUSYA’YA YÖNELİK YAPTIRIMLARA KATILMASI KONUSUNDA BASKI UNSURU OLABİLİR


(UD): Peki, savaşın uzaması Türkiye’yi nasıl etkiler?

(ŞE): Türkiye’nin bugüne kadar ateşkes görüşmeleri için üstlendiği arabuluculuk işlevi, Rusya ile iletişim hatlarının açık tutmasını zorunlu kılıyordu. Türkiye bu hususu ve Rusya’ya doğal gaz bağımlılığını ileri sürerek yaptırımlardan dokunulmazlık istiyordu. Ancak, sahada sıcak savaşın yoğunlaşması ve uzamasıyla Türkiye’nin arabuluculuk fonksiyonuna lüzum kalmaması ve Ankara’nın doğalgaz ihtiyacını karşılamak için bazı alternatif kaynaklar bulmasıyla, Türkiye’nin üzerinde yaptırımlara katılması hususunda ciddi bir baskı oluşacaktır. Kanımca, önemli işlevlerinden biri Türkiye’nin yeni nesil F-16 uçakları almasını sağlamak olan “Stratejik Mekanizma” da, Ankara’nın yaptırımlara uyması için bir baskı unsuru olarak kullanılacaktır.

NATO’YA ÜYE ÜLKELERE GÖRE RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİ AVRUPA/ATLANTİK GÜVENLİĞİNE YÖNELİK EN BÜYÜK TEHDİT

(UD): Türkiye’nin bugüne kadar NATO ve Rusya arasında mümkün olduğunca dengeli bir politika uygulamaya çaba gösterdiği söylenebilir. Buna son vererek Rusya’ya yaptırımlar uygulaması sorunlara yol açmaz mı?

(ŞE): NATO’ya üye ülkeler, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin, Avrupa-Atlantik güvenliğine en derin tehdit olduğunu ve Avrupa kıtasında barışı temelden sarstığını” kabul ettiler ve Rus tehdidine karşı koymak için caydırıcı askeri önlemleri alma” kararını verdiler. Ukrayna savaşında muhtemel bir Rus zaferi, NATO üyelerine yönelen tehdidi arttırıcı bir faktör olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından işgali hatırlatılıyor ve “Batı tarafından Moskova’nın saldırganlığına daha güçlü tepki ve direnç gösterilseydi bugün Rusya Ukrayna’ya saldırmaya cesaret edemezdi” deniliyor. Avrupa’da bu görüşün doğruluğu konusunda geniş bir mutabakat olduğu görülüyor. Yani, Rusya Kırım gibi Donbas’ı da işgal ederek üstüne çöker ve sebep olduğu devasa zarar yanına kâr alırsa, bu sonucun ilerde Moskova’yı  bölgede başka ülkelere karşı da güç kullanmaya teşvik edeceğinden  korkuluyor. Bu teşhiste bir hata veya abartma olmadığı, Rusya’ya komşu Moldova ve Gürcistan’ın sıra bize gelecek diye endişe içinde yaşamalarından, tarafsız devletler olan İsveç ve Finlandiya halklarının  NATO üyesi olmak istemelerinden ve NATO’ya üye devletlerin savunma  kapasitelerini güçlendirmek için savunma bütçelerini arttırıyor olmalarından anlaşılıyor. Türkiye de bir NATO üyesi olarak bu değerlendirmeleri benimsiyor ve buna göre uygun gördüğü gerekli adımları atacak...

(UD): Bir de üstünde yoğun tartışmalar olan garantörlük meselesi var. Zelenski, bir ara, “Ben NATO’ya üye olmayacağım ama, benim güvenliğim  garanti altına alınsın” dedi ve garantörlüğün NATO’nun 5. maddesindeki  gibi olmasını istedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

TÜRKİYE’NİN ŞU VEYA BU ŞEKİLDE UKRAYNA’NIN GARANTÖRÜ OLMAMASI GEREKİR

(ŞE): NATO tipi garantörlük, Ukrayna’nın saldırıya uğraması durumunda garantör devletlerin bizzat kendisi de saldırıya uğramışçasına saldırgana karşı fiili savunma için Ukrayna’nın yanında yer almasını öngörüyor. Bu tip garantörlüğü, başta ABD ve İngiltere olmak üzere hiçbir NATO ülkesi kabul etmedi. Bu nedenle başka garanti formülleri aranmaya başlandı. Şimdi bir ateşkes veya müzakere ufukta görünmediğinden bu konu gündemde değil. Ancak, garantörlüğün hangi formülle olursa olsun, Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla bağdaşmadığını vurgulamama fırsat verdiği için bu soruyu sormanız çok iyi oldu. Türkiye’nin şu veya bu şekilde Ukrayna’nın garantörü olması, Montrö Sözleşmesi’ni bugüne kadar olduğu gibi, dürüst, tarafsız ve adilane bir şekilde uygulamasını engeller. Zira, Rusya ile Ukrayna arasında çıkacak her kriz, doğrudan Türkiye’nin Ukrayna tarafında krize müdahil olmasını gerektirecektir. Bu durumlarda ABD ve İngiltere Ukrayna’ya yardım bahanesiyle gemilerini Boğazlardan geçirirken, Türkiye’nin de garantör olması nedeniyle kurallarda toleranslı davranmasını isteyeceklerdir. Bu şekilde Montrö kurallarının bozulmaya uğraması riskiyle karşılaşılacaktır. Garantörlüğün en zararlı yönü, Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna’ya yönelik politikalarının sürekli ABD ve İngiltere’nin siyasi baskısı altında kalacağıdır. Bu durum, Türkiye’nin Boğazlar’daki egemenlik haklarını ihlal edici durumlar yaratacak olup, Türkiye’yi sık sık Rusya ile karşı karşıya getirebilecektir. Ukrayna’ya garantör olmak konusunda çok hevesli olan Ankara’ya tavsiyem, gündeme geldiğinde, garantörlüğe uzak durmasıdır.