TRT’de yapımcı-yönetmen olarak çalıştığım yıllar...

Tek kanaldan siyah-beyaz yayın yapan televizyonda adım giderek ön plana çıkmaya başlayınca, hiçbir başarının cezasız kalmadığı güzel ülkemizde ben de nasibime düşeni alıyorum. Magazin dergilerinde, gazetelerin televizyon sayfalarında şöyle manşetler atılıyor:

“Uğur Dündar... TRT imparatorluğunun taçsız imparatoru... Ona tanınan şans kime verilse, o da aynı başarıyı yakalar. Uğur Dündar’ı kimler parlatıyor?..”

Oysa ayrıcalık tanındığı falan yok.

Tam tersine, herkesin keyif çattığı hafta sonu tatillerinde, ya da akın akın turizm yörelerine gittiği yaz aylarında ben, kimsenin kullanmadığı kurgu masalarında çalışıyorum. Hatta bazı geceler kurgu odalarındaki koltuklarda birkaç saat kestirerek ertesi günün mesaisine başlıyorum.

★★★

İşte böylesine huzur bozucu yayınların yapıldığı günlerin birinde, yazılarını hayranlıkla okuduğum İlhan ağabeyle tanışıp, durumumu anlatıyorum. O gülerek dinliyor. Neden güldüğünü sorunca da “Bunlara üzülmemelisin, tam tersine sevinmelisin. Demek ki seni kıskanıyorlar ve kendi başarısızlıklarını kabul edemediklerinden bu basitliğe tenezzül ediyorlar. Gülüp geç, hatta sevin. Programlarını beğeniyle izliyorum, önün çok açık, giderek daha büyük başarılara imza atacağından hiç kuşkum yok” diyor.

Ayrılırken Cumhuriyet’in yanımda olduğunu, ciddi iftira ve saldırılarda beni asla yalnız bırakmayacağını söylüyor.

Aradan zaman geçiyor.

İlhan Ağabey’le dostluğumuz ve esirgemediği desteği hep sürüyor.

★★★

Cumhuriyet’in mali sıkışıklığa girdiği, nakit ihtiyacının arttığı bir dönemde, yine ona uğruyorum. Ödenmesi gereken bir senet için zorlandığını görünce “Değerli Ağabeyim” diyorum. “Eğer beni yanlış anlamazsanız size bir öneride bulunacağım. Çok şükür televizyondan iyi para kazanıyorum. Bizim ailemizde Cumhuriyet’in eşsiz bir yeri var. Bana okuma sevgisini lise yıllarımdan bu yana takip ettiğim Cumhuriyet gazetesi kazandırdı. Cumhuriyet bağımsızlığını korumalı. Ayrıca 10-15 bin liralık bir senet için siz üzülmemelisiniz. Böyle durumlarda ben cebimdeki parayı sizinle bölüşmeye hazırım.”

Dinlerken gözleri yaşarıyor, bu önerimi hiç unutmayacağını söylüyor.

★★★

Dün yazmaya başladığım “Anılar” kitabım için bu satırları karalarken, değerli kardeşim Atilla Köprülüoğlu bir mail gönderdi. Baktım, sevgi, saygı, özlem ve rahmetle andığım İlhan Ağabey’in muhteşem bir yazısı... Sanki dün kaleme alınmış, günümüzü anlatıyor gibi.

Andre Gide, “Bir güzellik unutulacağına birkaç kez tekrarlanmalı” der.

İşte unutulmaması ve tekrar tekrar okunması gereken o yazı:

★★★

“Arap İngiliz’le birleşmiş Türk’ü arkadan vurmuş;

Ermeni Rus’la birleşmiş,

Doğu Anadolu’yu kana bulamış;

Rum Yunan’la, Yunan İngiliz’le birleşmiş,

Batı Anadolu’yu ele geçirmiş.

Ülkenin mahvolmadık, yıkılmadık, yanmadık,

kan dökülmedik, kül olmadık hiçbir yeri kalmamış,

Elde avuçta İstanbul ile İzmir bile yok!..

Anadolu’nun altı yedi milyon nüfuslu en yoksul bölümüyle, yüzde doksan beşi okuma yazma bilmez, yorgun, yoksul, bitkin, ezik bir halk..

Nasıl kurtulmuşuz?..

Şaşıp kalıyorum...

Yunan’ı nasıl denize döküp hizaya getirmişiz,

İngiliz’i İstanbul’dan nasıl çıkarmışız,

Dünyanın süper güçleriyle masaya nasıl eşit oturmuşuz?

Yıl 1923...

Anadolu’da 10-11 milyon savaş artığı yaşıyor; aç biilaç, parasız;

Yüzde 95’i elifi görse mertek sanacak kadar alfabesiz...

Ne yapacaksın?..

Demokrasi yap!..

Nasıl yapacaksın?..

1923’ün yanmış yıkılmış Anadolu’sunda nasıl demokrasi yapacaksın?..

Kalan ne?

Yıl 1923

Komşunun komşuyu boğazladığı iç savaşlardan, Anadolu’yu mezbahaya döndüren dış savaşlardan yeni çıkmışsın.

Fabrikan yok,

İşçin yok,

İş adamın yok,

Mühendisin yok,

Doktorun yok,

Uzmanın yok,

Tüccarın yok,

Suyun yok,

Barajın yok,

Elektriğin yok,

Kadınların çarşafta çuvala giriyor,

Erkeğin dört karı alıyor,

Yurttaşlık yasası yok,

Üniversiten yok,

Banka yok,

Burjuva yok,

Proletarya yok,

İhracatçı yok,

İthalatçı yok,

Sermayen yok.

Kalkın bakalım...

Nasıl kalkınacaksın?...

Sermayesiz ekonomik kalkınmanın yumurtasız omletten ne farkı var?

Mustafa Kemal kuşağı ne yapmış?...

Yöneticiler devletçiliğe neden ve nasıl sarılmış?..

Türkler bankacılığı nasıl öğrenmiş?..

Merkez Bankası 1930’a değin neden açılamamış?..

Özel sektör nasıl oluşturulmuş?..

Yeni devlet nasıl kurulmuş?..

Çağdaş öğretime nasıl geçilmiş?

1920’de 10-11 milyon nüfusun yüzde 95’i

Alfabesizken savaş artığı bir toplumla,

Okuma yazma seferberliği nasıl açılmış?

Kitaplıklarda kitap yokken,

Ulusal kütüphane nasıl kurulmuş?..

Okullarda tarih kitabı bile yokken tarih nasıl yazılmış?

Yok olmanın kuyusundan çıkıp var olmanın doruğuna nasıl tırmanılmış?

Yunanlı ile dostluk nasıl kurulmuş?

Avrupa’da saygınlık nasıl kazanılmış?..

Şaşıp kalıyorum...

2000’li yılları geçtiğimiz,

Yetmiş milyonluk Türkiye’nin haline bakıyorum...

Hiçbir şeyimiz yokken neler yapmışız?..

Her şeyimiz varken neler yapamıyoruz?..

Bir de bu ortamda,

Mustafa Kemal’e saldıranlara bakıyorum...

Daha çok şaşıp kalıyorum...”