Almanya’ya gönderilen ilk savaş yetimleri kafilesi...


“Kar birdenbire başladı yağmaya. Lapa lapa yağıyor. Sokaklar ıssız. Evlerin üzerine yanık tezek dumanı çökmüş. Yol kenarına dökülen küllerin üzerinde simsiyah kargalar dolaşıyor. Kaygan kızak izleri, mavimsi, solgun bir kuşak gibi karların içinden geçip uzuyor. Buraların kızakları inceciktir, güzeldir. Kızağı çeken atın sırtına çul atılır, ayaklarına keçe sarılır. Kızağın sürücüsü yolcuların oturduğu yere iki büklüm yumulur, ısınmaya çalışır. Bazen korkunç tipi ve sis, insandaki uzaklık kavramını yok eder, işte o zaman bu kızak izleri yol gösterir. Kızakların karlar üzerinde çıkardığı ses, kızakları çeken atların hırıltısı, insana sanki çok uzaklara, sonsuzluğa gidiyormuş gibi bir duygu verir.

★★★

İşte bu havada gri renkli, pembe gagalı, kanatları mavi şeritli bir kuş, zikzaklar çizerek tiz ve çatlak bir sesle öterek geldi. Konduğunda ötüşü çoğaldı. Etrafına baktı. Titreye titreye yiyecek bir şeyler aradı. Her yer bembeyaz kardı. Yiyecek bir şey yoktu. Acıdım. Gittim, ekmek kırıntıları serptim. Ürktü, kanatlarını zorlukla açıp uçtu gitti.

Nasıl acıdım o kuşa nasıl acıdım anlatamam. Aklıma birden Kars’ta, Ardahan’da Erzurum’da böyle, bu kuş gibi titreşip karda yiyecek arayan yetim çocuklar geldi. Savaşın yetim çocukları...

Bu kuşu soğuktan açlıktan kurtaramamıştım, ama o savaş yetimlerini soğuktan açlıktan kurtarmıştım.

Benim için çocuk davası, büyük bir davaydı. Binlerce savaş yetiminin eğitimiyle ve iyi bir şekilde yetiştirilmesiyle uğraşılmasıydı.

Osmanlı’yı diriltmek isteyenlerin varlığından haberdar olmadığı Osmanlı savaş yetimlerinin yaşadıklarını anlatacağım şimdi...

★★★

Osmanlı İmparatorluğu, ardı arkası kesilmeyen savaşlar nedeniyle çok güç duruma düşmüş, binlerce çocuk yetim kalmıştı. Darüleytamlarda sayıları 10 bini aşan ve her gün artan çocukların büyüyen masrafları, saray yönetimine yük olmaya başlamıştı. 1917 yılına gelindiğinde artan yetim sayısına bakacak kaynak bulamıyordu koskoca Osmanlı İmparatorluğu...

Aslında kaynak da vardı, para da... Yetimlere pekâlâ bakılabilirdi. Fakat saray masraflarını kısmıyor, saray erkânı, nazırlar, lüks içinde yaşamaya devam ediyordu.

Şimdi ben bu bilinmeyen ve hep gizlenmeye çalışılan olayın iç yüzünü ve o zavallı savaş yetimi çocukların başına gelenleri anlatacağım.

★★★

Balkan ve Cihan Harbi’nde binlerce vatan evladı, arkalarında bir o kadar da yetim çocuk bırakarak toprağa düştü... Osmanlı Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey’in teklifi ile 25 Kasım 1914 yılında, bu yetim çocuklar için bir yurt kuruldu: ‘Darüleytam’ yani ‘Yetimler Yurdu’... Darüleytamın kuruluş amacı güzeldir aslında; Yetim ve korunmaya muhtaç çocukların barınma, bakım, beslenme ve eğitimlerinin sağlanması, bir zanaat dalında ihtisas kazandırılarak geleceklerinin garantiye alınması...

Savaşlar nedeniyle kimsesiz kalan çocuklar İstanbul’da ve diğer bazı şehirlerde açılan bu kuruluşlara yerleştirilir. Ama Osmanlı savaşlarda o kadar çok vatan evladını kaybeder ki, Darüleytamlardaki çocuk sayısı da neredeyse 20 bini bulur. Bazılarına göre bu çocukların barınma, bakım ve beslenmeleri, artık ‘devlete külfet’ olmakta ve bu ‘fazla nüfus’ tan kurtulmak gerekmektedir!..

Savaşın uzaması, malî sıkıntı, yiyecek ve eşya temini zorluğu yanında en büyük etken olan padişahın ve etrafındaki yandaşlarının sınırsızca harcamaları, lüks ve şatafat peşinde koşmaları nedeniyle bu savaş yetimlerine kaynak aktarılamaz ve kısa süre sonra da önce şehir dışındakilerden başlanmak üzere Darüleytamların kapatılmasına gidilir. Vilâyetlerde kendilerine yer bulunamayan çocukların bir kısmı İstanbul’a nakledilir. İstanbul’da toplanan yetim çocukların idaresi ‘Şehir Yatı Mektebi’ne devredilir ve nihayet bunun da kapanmasıyla Darüleytamlar tarihe karışır. Böylece binlerce savaş yetimi ortada kalır.. Ondan sonra işte asıl insanın içini acıtan hüzünlü durum başlar...

★★★

Koskoca Osmanlı İmparatorluğu Devleti’ne, babaları savaşta şehit düşmüş çocuklar fazla gelmiştir. Müttefik Almanya ile görüşülür. Almanya, Osmanlı’dan yetimleri ister... Zira Almanya’nın ‘işgücü açığı’ vardır ve savaş ekonomisi için ucuz, hatta bedava iş gücü lazımdır.

Hemen Almanya ile bir işbirliği anlaşması imzalanır. Buna göre; Osmanlı’nın yetim çocukları gruplar halinde Almanya’ya gönderilecek, orada maden, ziraat ve diğer el zanaatlarında çalışan ustaların yanına verilerek meslek öğreneceklerdir... Çocuklara söylenen budur...

İlk kafilede yaşları 14-16 arasında değişen 314 yetim çocuk, 1917 Nisan ayı sonunda Sirkeci Garı’ndan askeri trenle Berlin’e uğurlanır. Yolculuk 10 gün sürer. Zira İstanbul-Berlin arasını 3 günde giden ‘Balkan Sürat Katarı’ masraflı bulunmuştur!..

Alman topraklarındaki ilk gurbetçiler, ‘İkinci Viyana Kuşatması’nda esir düşen tahmini 500 Osmanlı idi. Çoğunun zoraki gurbetçiliği, din değiştirerek, Almanlaşarak son buldu. Onlardan rahip çıkanlar da oldu; bağını, bahçesini kurup şarap üretenler de...

★★★

İşte bu Osmanlı yetimleri, Alman topraklarındaki ikinci gurbetçilerdi.

Askeri tren, Berlin Garı”na ulaşınca 14-16 yaşlarında 314 çocuk indi trenden, şaşkın, kaygılı ve meraklı bakışlarla, kendilerini izleyen kalabalığa göz attılar. Gittikleri yerde maden ocaklarında çalışacaklarından haberi olmayan bu Osmanlı yetimlerinden 200’ü madenlerde, 84 çocuk da tarlalarda çalışmaya gönderildi. Zanaat öğretmek için ayrılanların sayısı ise sadece 30’du...

Çocukların çoğu demir, çinko, kurşun, kömür madenlerinde çalışacaktı. Buralardaki çalışma koşulları çok kötüydü. Madenin bazı bölümlerinde elleriyle kazmaları gerekiyor; çıplak elleriyle, büyük kamalar veya küreklerle kazıyorlardı. Osmanlı yetimleri bitkin, insanın içini acıtan bir görünümdeydi. Zehirli tozları ölümcül akciğer hastalıklarına yol açan madenleri çıkartmakta kullanılan bu yetimler, karın tokluğu karşılığında kayalarda demir, çinko, kurşun, yerin derinliklerindeki ocaklarda ise kömürün kapkara damarlarını arıyorlardı. Sürekli çökme tehlikesi taşıyan dar, eğreti bölmelere daha ufak yaştaki çocuklar gönderiliyordu. Bu zavallı yetimler, yerin altında biriken madensel gazları minicik ciğerleriyle soluyorlardı. Bu gazlar öksürük yapıyor, ölümle biten bir tür zatürreye ve solunum yolu hastalıklarına neden oluyordu. Maden çıkarma işinde tam olarak ne kadar çocuğun yaşamını kaybettiği bilinmiyordu. Osmanlı savaş yetimlerinin cesetleri çöken tünellerin molozları arasına gömülü kaldığı için, kayıtsız ölüm rakamları bunun çok üzerindeydi. Sağ kalanlar çocukluklarını, gençliklerini yok eden kronik hastalıklarla yaşam mücadelesi veriyorlardı. Yiyecek alabilmek için bu zavallı yetimlerin her gün bu madenlerde çalışmaları gerekiyordu. Yoksa ayakta kalmalarının başka yolu yoktu. Domuz eti ve domuz suyu ile yapılmış çorba benzeri yemeği reddettikleri için de yavan ekmekle beslenmek zorunda kalıyorlardı.

★★★

Almanlar, yetimlerin tepkisini sömürgeci bir yaklaşımla ‘yabanilik’ diye tanımlıyor; onları çalışma, disiplin, itaat gibi değerlerden uzak görerek baskı ve şiddete başvuruyorlardı. Çocuklar kaçmaya devam ediyor; Alman polisi kaçan çocuklardan yakaladıklarını yeniden madene gönderiyordu. Oysa Osmanlı Devleti yetkilileri onları yollarken “Meslek öğrenerek kalifiye eleman olacaksınız, çok iyi maaşlarla çalışacaksınız” diyerek göndermişti...

Almanya bu firarilerle ilgili sıkıntısını Osmanlı’ya bildirir; ‘Böyle anlaşmamışlardır’ çünkü... Yaptıkları anlaşmaya göre; Çocukların çoğunluğu madenlerde çalışacak, ancak yüzde 10’u zanaat öğrenecek, gelen tüm çocuklar 3 yıl ücretsiz, bedelsiz karın tokluğuna çalışacaklar, dördüncü yıldan sonra bir miktar maaş alacaklar, bu alacakları maaşın da yarısı Osmanlı devletine gidecekti. Osmanlı bu insanlık dışı, aşağılık anlaşmayı gizlemişti... Nitekim Almanya, Osmanlı yetimlerinden hayatta kalanları, ‘firar ediyorlar, anlaşmayı bozuyorlar,’ gerekçesi ile Osmanlı’ya geri gönderdi. Osmanlı’yı yönetenlerin foyası böylece ortaya çıkmıştı. Oysaki çocuklar köleliğe başkaldırmayıp, firar etmeselerdi, Osmanlı bu yöntemle 10 bin yetim çocuğu daha Almanya’ya gönderecek ve bu yetimlerin külfetinden(!) kurtulacaktı... Hatta yeni grup olarak göndereceği 500 çocuk hazırlanmıştı bile...

★★★

Bütün bu olup bitenlerden sonra Osmanlı’yı yönetenler utanıp hayatta kalan yetim çocuklara kucak açmıştır diye mi düşünüyorsunuz? Hayır! Osmanlı Devleti bundan sonra göndereceği çocukları daha düşük yaş grubundan ve Anadolu’nun sessiz, mazlum, yetim köylü çocuklarından seçer ve gruplar halinde binlerce savaş yetimi Türk çocuğu daha Almanya’ya gönderilir... Sonrası mı?.. Kimse bilmiyor... Bilinen ise şudur: Binlerce Mehmetçik savaşıp, ‘vatan, bayrak, din, iman’ uğruna şehit olup toprağa düşerken, onların güzelim kınalı kuzuları, can ciğer evlatları da yabancı bir memlekette anasız, babasız, çaresiz, vatansız yitip gitmiştir...

★★★

Yetimlerimizin başlarına geleni öğrendiğimde kahroldum. Çok üzüldüm. Günlerce düşündüm ne yapabilirim diye... İşte böylece Erzurum’a Kolordu komutanı olarak geldiğimde hemen bölgede 6 bine yakın bakıma muhtaç çocuğun olduğunu belirledim. Bu çocuklar yetimliklerini en acı şekilde yaşıyor; sokaklarda, ağaç kovuklarında, mağaralarda ağaç yaprakları ve ot yiyerek hayatta kalmaya çalışıyorlardı.

Almanya’ya gönderilen yetim çocuklara yaşatılmış olan azabı hiç unutmadım. İşte bu yüzden yetim çocuklara vakit kaybetmeden hemen sahip çıktım. Onlar için kolordumun bünyesinde ‘Gürbüz Çocuk Ordusu’nu kurdum. O yokluk yıllarında savaş yetimlerimize hiçbir yokluk hissettirmedim. Giydirdim, kuşattım, yedirdim, eğlendirdim, eğittim, okuttum, meslek sahibi yaptım. Onların vatana millete hayırlı birer evlat olarak yetişmelerine vesile oldum.

Her zaman şunu söyledim: Milli mücadele sadece silahla topla tüfekle gerçekleşmez. Medeni ve sağlam bir devletin temellerini atmak üzere dört koldan harekete geçilir. En önemli kolunu ise çocuklar oluşturur. Çünkü bir çocuk bakımsız kalır da cemiyete girerse, cemiyetin seviyesi düşer; orduya girerse ordunun seviyesi düşer. Çocuk bakımsız kalmamalıdır. Geleceğe en iyi yatırım, titizlikle yetiştirilmiş çocuklardır.

Benim başlattığım bu proje, daha sonra Kurtuluş Savaşı’nın ilk döneminde de sahiplenildi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla yetim çocuklarla yakinen ilgilenildi.  Hatta yetim olmayan çocukları da kapsayacak şekilde, Türk çocuğunun iyi beslenmesi, iyi yetişebilmesi için geliştirildi. Kurtuluş Savaşı’nda ilk hayata geçirilen kuruluşlardan biri ‘Himaye-i Etfal Cemiyeti’dir. ‘Himaye-i Etfal Cemiyeti’ Osmanlı Devleti devrinde kaynak aktarılmadığı için kapatılan Darüleytamlar’ın da bir devamıdır. 30 Haziran 1921 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın emirleriyle Ankara’da ‘Himaye-i Etfal Cemiyeti’ adı ile yeniden kurulmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki amacı, savaş sırasında cephe gerisinde bakacak kimsesi olmayan çocuklara ve şehit çocuklarına bakmak, korumak, onları iyi bir şekilde yetiştirmek olmuştur. Daha sonraki yıllarda kimsesiz çocuklarla ilgili çalışmalara devam edilmiştir. O yıllarda savaş şartlarından dolayı yaşanılan büyük ekonomik kriz göz önüne alınacak olursa, böyle bir yapılanma ve destek çok önemli bir Türk mucizesidir. Unutulmaması gereken bu destanın ve mucizenin devamı olarak 1935 yılında ‘Himaye-i Etfal Cemiyeti’ adı ‘Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’ olarak değiştirilmiştir.”

★★★

Yukarıdaki satırları değerli roman yazarı kardeşim Hasan Baran’ın yakında SÖZCÜ Kitabevi’nce yayımlanacak “Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşa” kitabından yüreğim yanarak alıntıladım.

Almanya’da maden ocaklarında köle gibi çalıştırılan savaş yetimi çocukların çilelerini ve trajik sonlarını tüylerim ürpererek okudum.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan çatışmalarda en büyük travmayı, anasız babasız kalan çocukların yaşadığını düşünerek savaşın bir an önce son bulmasını diledim.