Gençlerle sohbet etmeyi, onların olaylara ve dünyaya bakışlarını dinlemeyi çok seviyorum.

Çünkü içtenler, sorularıma hiç çekinmeden net cevaplar veriyorlar.

Genç dostlarımdan birini bu yazıda tanıtmak istiyorum.

Adına Mehmet diyelim, gerçek ismi bende saklı kalsın.

Mehmet bir hekim adayı.

Sevinç içinde olması gerekir ama değil.

Zira son zamanlarda hekimleri ve sağlık çalışanlarını hedef alan şiddetin artması, saldırılarla onurlarının ayaklar altına alınması ve ülkeyi yönetenlerce paragöz insanlar olarak tanıtılmaları nedeniyle çok dertli...

★★★

“Ben size tıp fakültesinden mezun oluncaya kadar yaşadığım sıkıntıları anlatayım, paragöz müyüz, değil miyiz, siz karar verin. Belki böylece insanlarımızın gözünde biz hekimlere karşı bir nebze olsun saygı oluşur” diyor.

Ve başlıyor anlatmaya:

“Kendi halinde, hatta gariban diyebileceğimiz yoksul bir ailenin çocuğuyum.​

İlkokula yırtık ayakkabılarla gider, komşularımızın verdiği eski kıyafetleri giyerdim.

Utangaç biriydim, hep önüme bakardım.​

Durumumuzu düşündükçe karamsarlığa kapılır, hayatımın süsleri olan gözyaşlarımı tutamazdım.

Hiç param olmazdı.

Kendim için bir şey alamadığım gibi, almayı hayal bile edemezdim.

Eskilerle idare ederek büyüdüm.​ ​

Belki şaka gibi gelecek, çok abarttığımı düşüneceksiniz ama, cebimde 5 lira dahi olmazdı...

★★★

Lise birinci sınıfta nasıl olduysa elime 150 lira geçti. Muazzam bir paraydı bu 150 lira. Adeta bir servetti benim için.

Ne yapmam gerektiğini uzun uzun düşündükten sonra, gidip 70 lirasıyla çocukluktan beri istediğim USB belleği aldım. O ana kadarki hayatımın en büyük harcamasıydı. Sevinçle geldiğim evde annem “Nasıl harcarsın bu kadar parayı” diyerek fırçalamıştı!..

★★★

Bir gün, param olduğunda, doyuncaya kadar çikolata ve cips yemeği düşlerdim.

Bal-kaymak ikilisiyle ilk kez 9. sınıfta tanıştım. O zamana kadar çok ender de olsa bal ile tereyağını birlikte yemiştim. Ama bal-kaymak gerçekten de çok güzeldi, tadı damağımda kalmıştı!..

★★★

Bugünlere hiç de kolay gelmedim. Tıp fakültesini kazandığımda annem sevineceğine “Oğlum biz seni şimdi nasıl okutacağız” diye çok ağlamıştı. Aileler tıp fakültesini kazanan evlatlarına güzel hediyeler alırken, annem bana, dişinden tırnağından arttırdığı parayla 15 liralık bir tişört alabilmişti. Olsun, o tişört benim için dünyanın en güzel ve en değerli armağanıydı.

★★★

Tıp okumak için tek başıma Ankara’ya geldim. Hem çalıştım hem okudum. Öyle zamanlar oldu ki, günlerce uyumadan, sadece 1-2 saat kestirerek, hem nöbet tuttum, hem de işte çalıştım.​ Buna rağmen dertlerimi, sorunlarımı yük olarak değil, zenginlik olarak gördüm.

Ve şimdi, 20 gün sonra hekim olacağım.

★★★

Hekimlik yaparken Hipokrat yeminine sadık kalacağım gibi, hayatımı hiç değiştirmeyeceğim. Varlıklı bile olsalar tüm hastalarımı kendim, yani gariban Mehmet olarak göreceğim. Garibanlardan para almayacağım.

Her hastamı ailemden biri sayacağım.

Hiç dilemem ama eğer ben de günün birinde şiddet girişimiyle karşı karşıya kalırsam o kişiye ‘Dur vurma, benim hikâyemi dinle ve bizi paragöz insanlar olarak görme’ diyeceğim.”