Bir yayın organının etkinliği okurlarının ilgisiyle ölçülüp değerlendirilir. Gazetemizin bu konuda önde olduğu tartışmasız bir gerçektir. Okurların istek, görüş ve eleştirileri yayın organı için önde gelen ilgi konularıdır. Aşağıda okuyacağınız yazı okurumuzun isteğiyle köşemize alınmıştır. Adını da açıkça yazmamı istediğinden bunu da yerine getirerek yazıyı köşeme alıyorum. Yazar, okur sıcaklığını güçlendirmek için Sayın Esat YAVUZTÜRK’ ün yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyorum.

“KADININ GÜCÜ

Kadın haklarının eskiden beri nasıl gasp edildiğini birçok okur bilir. Olayın geçmişini ve gelişimini göz önüne getirirsek konuyu daha iyi anlayabiliriz. Tüm canlılar nesillerinin devamı için eşleşmek zorundadırlar. Bu canlılar arasında en akıllı ve en vahşisi olan insan da eşleşmek zorundaydı. İlkel dönemde de olsa hâmile kalan dişinin avlanması, hattâ kendini koruması bile zorlaşır. Doğumdan sonra da biricik yavrusunu korumak zorunda kalan dişi, fizikçe daha güçlü olan erkeğinin yardımına muhtaçtır. Bu yardımdan dolayı da bir minnet borcu olarak saygılı olması kendiliğinden oluşur. Eşine yardım eden erkek de, dolaylı olarak bir üstünlük duygusuna kapılarak egemenlik kurmuş. Bu girişten sonra geri dönüp ilkel dönemin oluşuna bir bakalım.

İlkel dönemdeki insanlar da diğer canlılar gibi sürüler hâlinde yaşarlarmış. O dönemde insanlar akıllarının ermediği doğal olaylar nedeniyle çeşitli tanrıların olduğunu kabul etmişler. Hattâ yapma tanrılara tapmaya başlamışlar. Dolayısıyla bu döneme çok tanrılı dönem deniyor. Zaman ilerledikçe insanlar kabileler hâlinde toplanıp, reis seçmişler (her sürüde olduğu gibi). Seçilen reis, genellikle güçlü erkekten olurmuş. Yerleşik düzene geçen insan topluluğunda, yönetim şekli de oluşmuş. İnsanlar gelişince ‘böyle yapma tanrı olmaz’ demeye başlamışlar. Çok tanrılı dönemden sonra, tek tanrılı dönem başlamış.

Tek tanrılı dönemdeki din kurucuları (Peygamberler) aslında bir ahlâk öğretmenidir. Dinsel yönetimde fiziksel güç yeterli olmayınca ruhlara el atarak inanç gücünü devreye sokup, ‘korku’ kılıcını kullanmışlar. Bu tek tanrılı dinler döneminde de kadına eşitlik hakkı tanımamışlar. Kutsal kitaplarda yer göstererek, ‘Bu tanrı buyruğudur’ diyerek baskı kurmuşlar. Basit bir örnek; zina yapan erkeğe sade kınama cezası verilirken, kadına ‘Recim’ (taşlanarak öldürme) uygulanmış. Ne yazık ki, bu haksızlık yüzyıllardır devam etmiş, halen de devam etmektedir. Kutsal buyruk olan ‘inancı’ yozlaştırarak, beyinleri tutsak edip, özellikle kadınları kula kulluk ettirmişler. Bu durumdan yararlanan becerikli bazı yöneticiler (inançlı olsalar da) edindikleri mevki, servet ve özel çıkarları uğruna vicdanlarını çengele asıp, bir lokma fazlalık için her şeyi yapmışlar ve yapıyorlar.

Geçmişe bir nokta koyup günümüze bakalım. Böyle çıkarcı ve bozuk düzende evin erkeği her ne kadar maddi imkânı sağlasa da güncel işiyle meşgul olduğu için ki çocuğuyla anne kadar ilgilenemiyor. Çocuğu yetiştiren, yönlendiren genellikle anne oluyor. Anne bilinçliyse çocuk da bilinçli yetişiyor. Herkes bilir ki okuyup yazması olmayan anne de çocuğuna: ‘Yavrum, oku da adam ol’ der, der ama fikirsel ve bilimsel bir katkıda bulunamaz. Çünkü kendinde yok ki çocuğuna da versin. Tekrar ediyorum. Aslında akıllı ve mantıklı anneleri gelenek, görenek deyip, ayrıca ‘inanç’ şartlanması ile susturup; hattâ kara çarşafa sokarak gönüllü tutsak yapıp, yaşamını kısıtlayıp, üretimden uzaklaştırıp, bir lokmaya muhtaç hale getirip, köle gibi hizmet etmeye zorluyorlar. Hattâ zamanımızda bile ‘çok çocuk doğur da kocana tutsak ol’ diyenler bile var. Böyle saf ve temiz anneleri suçlamıyorum. Hanımları bu duruma getirenleri kınıyorum! Herkes bilir ki bir ülkenin kalkınması, gelişmesi ancak bilinçli ve kültürlü insanlarla sağlanır. İşte bunun için ki bilinç ve kültüre sahip çıkmak gerekiyor. Bu da ancak mevcut olan çarpık yönetime dur demekle olur.

Ülkenin nüfusunun yarıdan çoğunun kadın olduğu biliniyor. Değerli hanımlar, lütfen beni hoş karşılasın. Bu fedakâr anaların çoğu erozyona uğrayıp (susturulup), kişiliğini kaybedip, dünyalı olduğunun farkına bile varmadan ömrünü tüketiyor. Özlenen bilgi ve genel kültür öğrenimi evvela yuvada başlar; okullarda devam eder. Ne yazık ki, bizim okullarda ise genellikle öğrenim değil ezbercilik ağırlıkta. ‘O da ayrı bir sorun?’ Kanımca verimsiz çekişme ve yanıltıcı öğretilerden ziyade beyinleri tutsak eden ‘yozlaşmış inanç çemberini’ kırıp, kişinin mantıksal yapısını özgürlüğe kavuşturduktan sonra beklenen gelişme olabilir. Bunun için de öncelikle kültürlü annelere ihtiyaç var. Annenin kültürlü olabilmesi için de tüm kızlarımızı okutup (gerekirse yasal olarak) kültürlü anneler yetiştirmeliyiz. İşte o zaman ‘Kadının Gücü’ kendiliğinden ortaya çıkacaktır. O kültürlü ve korkuyu yenmiş anneler bir medeni insan olarak özgürlüğüne kavuşacak, çocuklarını da ‘çıkarcı yöneticilere rağmen’ kültürlü yetiştirecektir. Aydın olarak yetişen insanın önünü kimse kesemez.  Yine tekrar ediyorum. Bir ülkeyi de ancak bilinçli, kültürlü ve aydın insanlar kalkındırır. Beklenen hakça bölüşüm de kendiliğinden gelir diye düşünüyorum. Öyleyse tüm kızlar okulaaaaa!...”