Mustafa Kemal, Samsun’a çıktı.

Bekir Sami, bir gün sonra Bandırma’ya geldi.

Bekir Sami (Günsav)

Mehmet Şefik (Aker)

Kazım (Özalp)

Kuvayı Milliye’yi Ege bölgesinde köy köy örgütleyen üç kritik albaydı.



Bandırma’da her yer Yunan bayraklarıyla donatılmıştı.

Kuvayı Milliye’nin, Bekir Sami’nin ağzından tarihteki ilk emri şu oldu... “Hepsini indirin, yoksa hepinizi o bayrakların yerine asarım!”



Dehşet dengesi işte böyle kuruldu.



Korku bulaşıcıydı.

Cesaret de öyle.



Yörük Ali efe’yi milli mücadeleye katılmaya albay Şefik ikna etmişti.

Demirci Mehmet efe’yi de.



Her çetenin başında namlı bir efe vardı.

Ama aslında, her müfrezeyi bir “subay” yönetiyordu.



Efeler mangal yürekliydi, şüphesiz.

Ama maalesef, okuma yazma bile bilmiyorlardı.

Sadece ufak tefek vurkaç’ları başarıyla yapabiliyorlardı.

Düzenli orduya karşı planlı harekat düzenleyebilmeleri imkansızdı.

Subaylar, işte bu harekatları organize ediyordu.



Ordu lağvedilmişti, er yoktu.

Ama, dünyanın en tecrübeli subay kadrosu dipdiriydi.

Çanakkale’den Hicaz’a, Galiçya’dan Yemen’e, Libya’dan Sarıkamış’a kadar, üç kıtada vuruşmuş, savaş tecrübesi çok yüksek olan 15 binden fazla subay, Anadolu’ya geçmişti.

“Er” ihtiyacını karşılamak için efeleri organize ettiler.

Efe/zeybek çetelerinin, Osmanlı ordusunun başına nasıl dert olduğunu gayet iyi biliyorlardı, Yunan ordusunun bu gayrinizami harp’le başa çıkamayacağını hesaplamışlardı.

Düzenli ordu kurulana kadar, zeybekleri “er” olarak kullandılar.

Saldırı ve savunmayla alakalı bütün taktik ve stratejik harekat planlarını subaylar yapıyor, işin şanı şöhreti efe’lere bırakılıyordu.



Yörük Ali efe’yi yüzbaşı Şükrü yönetiyordu.

Gökçen efe’yi yüzbaşı Yakup yönetiyordu.



Toplam 20 bin zeybek vardı.

Zeybek taburlarına yüzbaşılar komuta ediyordu.

Top bataryalı zeybek alaylarını binbaşılar yönetiyordu.



Efe’ler Mustafa Kemal’le temas kurabiliyordu.

Ancak, eğer telgraf çekeceklerse, kendi bünyelerindeki subayların şifresini kullanmak zorundaydılar, telgraf şifreleri efelere verilmiyordu, şifreler sadece kuvvacı subaylarda vardı.



Yörük Ali efe’nin ilk başarısı, Malkoç baskınıydı.

100 kişilik Yunan karakolu hedef alınmıştı, makineli tüfeklerle güçlendirilmiş kale gibi karakoldu, Malkoç deresi üzerindeki köprüyü koruyordu, İzmir-Aydın demiryolu bu köprüden geçiyordu, Yunan lojistiği için hayati önemi vardı.

Harekat planını albay Şefik yaptı.

Müfrezelerde altı subay vardı.

Subaylar da mor cepkenli zeybek kıyafeti giymişti.

Demiryolu köprüsünü havaya uçurmak için ayaklarına dinamit bağlanması gerekiyordu, zeybeklerin patlayıcı madde bilgisi yoktu, dinamitleri teğmen Zekai yerleştirdi.

Köprü imha edildi.

Yunan karakolu topyekün imha edildi.

Baskının şanı Yörük Ali’ye bırakıldı.



Çete Ayşe, kıllıoğlu Hüseyin efe, mavro Ali efe, Mestan efe, salavatlı Halil İbrahim efe, dokuzun Mehmet efe, kör Mehmet efe... Subayların kesin emri vardı, yerli Rumlara asla dokunulmayacaktı, Yunan’ın bize yaptığını, biz Rumlara yapmayacaktık, efeler bu emre itaat etti, kurmay disiplinli bu emir komuta zinciri sayesinde, Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar bir tek Rum köyü bile basılmadı.



Malkoç’tan sonra ikinci büyük baskın, yine Aydın’da Erbeyli İstasyonu’nda yapıldı. Teğmen Kadri örgütledi. İstanbul çocuğuydu, aslında Muğla’da görevliydi, zeybeklerden “Serdengeçtiler Müfrezesi” kurmuştu, takviye olarak Aydın’a gelmişti, Erbeyli istasyonunu kışla olarak kullanan Yunan birliğini komple imha etti.



İzmir’in ilk direniş müfrezesi, Ödemiş’teydi, “Yiğit Ordusu” adı verilen zeybeklerden oluşuyordu, yüzbaşı Tahir komutasındaydı.



Ayvalık’taki “ilk kurşun savaşı”nı yarbay Ali Çetinkaya yönetti, emrindeki 172’nci alayı yöredeki zeybeklerle birleştirmişti.



Kuvayı Milliye’yi Ege bölgesinde Mustafa Kemal adına örgütleyen en üst düzey komutan, Ali Fuat paşaydı. Ege’deki tüm zeybek müfrezelerini yöneten subaylar, Ali Fuat paşaya bağlıydı.



İstanbul’da Mim Mim Grubu kuruldu.

Yeraltı istihbarat teşkilatımızdı.

Lideri, Topkapılı cambaz Mehmet’ti.

Sustalı, tabancalı üç bin elemanı vardı.

Topkapılı cambaz Mehmet, resmi olarak albay Neşet bey’e bağlıydı, Neşet bey de albay İsmet’e (İnönü) bağlıydı.



İngiliz istihbaratı, İstanbul’a yerleşen Beyaz Rus subaylarını gözüne kestirmişti, Kuvayı Milliye’ye karşı kullanmayı denediler.

Ancak, bu teklifi kabul eden Rus bulamadılar.

İstanbul halkı mülteci Ruslara kucak açmıştı, iki millet arasında hiç sorun yaşanmıyordu, işgal askerlerine karşı büyük bir nefret varken, Rus mültecilerin kılına bile zarar verilmiyordu, mülteci Ruslar işte bu yüzden Türklere büyük sempati duyuyordu.

İngiliz istihbaratını reddetmelerinin temel duygusu, buydu.

Ama...

Sovyet istihbaratı Rus mültecilerin arasına sızmayı başarmıştı, İstanbul’da rahatça faaliyet gösteriyorlardı, İstanbul’daki Sovyet casus şefi “Kasım” adını kullanıyordu.

Petersburg’ta sahte sterlin basıyorlar, bu sahte banknotları İstanbul’da piyasaya sürüyorlardı, Beykoz’da Sovyet istihbaratının hücreevi vardı, çok kaliteli baskı makinelerine sahiptiler, Anadolu’ya geçmeye çalışan Türk subaylarına sahte pasaport hazırlıyorlardı.

Kasım kodadını taşıyan Sovyet casus şefi, Mim Mim’in komutanı yüzbaşı Neşet’le eşgüdümlü çalışıyordu.



Bir yıl sonra yine İstanbul’da Hamza Grubu kuruldu.

Askeri istihbarat teşkilatıydı.

Hazreti Hamza’nın kuvvetinden, cesaretinden ilham alınmıştı.

Mim Mim Grubu görevini layıkıyla yerine getirmişti, artık askeri hiyerarşide faaliyet gösterecek kurumsal teşkilata geçilmişti, Genelkurmay’a bağlıydı.

Lideri yüzbaşı Neşet beydi.

Eminönü merkez üssüydü.



Hamza Grubu daha sonra Felah Grubu adını aldı.

Felah Grubu’ndan yüzbaşı Kemal bey’in Fransız istihbaratından elde ettiği bir harita, Kurtuluş Savaşı’nın en değerli istihbarat çalışmalarından biri oldu.

Çünkü bu harita, Yunan ordusunun Ege’de konuşlandığı bütün noktaları, bütün tahkimatı, bütün lojistik yollarını gösteriyordu.



Felah Grubu’nun en önemli görevlerinden biri, Anadolu’ya geçen subay, astsubay ve sivillerin aileleriyle ilgilenmekti.

Milli mücadelenin yazılmayan çok önemli yönlerinden biridir bu.

Felah Grubu, İstanbul’da kalan ailelerin ekonomik sıkıntılarıyla ilgileniyor, gerekirse maddi yardımda bulunuyordu.

Hastalık olursa, doktor sağlanıyor, ameliyat ettiriliyorlardı.

Vefat olursa, kendi ailelerinden biri vefat etmiş gibi, defnedilene kadar, son göreve kadar cenazeyle ilgileniyorlardı.

Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçip, 9 Eylül 1922’ye kadar, Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar ailesini göremeyen subaylar vardı.



Gavur Mümin.

Mustafa Kemal’le Trablus’tan tanışıyorlardı.

Hayatının her aşamasında “insan biriktiren” Mustafa Kemal, henüz 22 yaşında bir genç olan Mümin’in ismini orada not etmişti.

İzmirliydi.

Yunan işgali başladığında İzmir’deydi.

Sahte kimlikle Yunan subaylarıyla ilişki kurdu, devletine öfkeli bir görüntü veriyordu, intikam duygusuyla işbirlikçi olduğu düşünüldü.

İzmir halkı ona diş biliyordu.

Yunan tarafına geçtiği için “gavur” lakabı takılmıştı.

Halbuki, canını ortaya koymuş bir yurtseverdi.

Mustafa Kemal’in çekirdek kadrosundaki istihbarat elemanıydı.

Vatan haini yaftasını göze almıştı.

Yunan tarafına çalışıyormuş gibi görünüp, Yunan karargahından hayati bilgiler sızdırıyor, şifreli telgraflarla Ankara’ya aktarıyordu.

Neticede deşifre oldu.

Tutuklandı.

Atina’ya götürüldü, sorgulandı, önce hapishaneye, sonra esir kampına konuldu, idama mahkum edildi.

Tam o sırada savaş sona erdi, kılpayı kurtuldu, idam cezası müebbete çevrildi, 1923 yılındaki esir değişimi sırasında, bizzat Mustafa Kemal’in özel takibiyle, Yunan başkomutanı Trikupis’e karşılık geri alındı.

İstihbarat efsanemiz Mümin, subaydı, üsteğmendi.



“Bahriye kaçakçı müfrezesi” kurulmuştu, Karadeniz’de faaliyet gösteren Kuvayı Milliye donanmasıydı, Rusya’dan İnebolu’ya silah ve cephane taşıyan kahraman teknelerimizdi.

Karargahı Ankara’daydı.

Yüzbaşı Ahmet Şevket bey tarafından yönetiliyordu.



Adana direnişini albay Nuri (Conker), Kozanoğlu kodadıyla binbaşı Doğan, Aydınoğlu Tufan kodadıyla yüzbaşı Osman Nuri, Tekelioğlu Sinan kodadıyla yüzbaşı Ratip örgütledi.

Antep direnişini Kılıç Ali kodadıyla üsteğmen Asaf, Polat paşa kodadıyla yüzbaşı Kamil, Şahin bey kodadıyla teğmen Mehmet Sait örgütledi.

Maraş direnişini albay Nuri Conker’le birlikte Yörük Selim kodadıyla yüzbaşı Salim örgütledi.

Urfa direnişini Namık kodadıyla binbaşı Ali Saip örgütledi.



19 Mayıs vesilesiyle altını çize çize hatırlatmak lazım...



Bu milletin silahlı gücü, ordusu lağvedilmişken bile, ordusunun muvazzaf subaylarıydı, muvazzaf astsubaylarıydı.

Bu milletin silahlı gücü, ordusu lağvedilmişken bile, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin emrindeydi.

Bu milletin silahlı gücü, ordusu lağvedilmişken bile, meşru güç kullanma hakkını Anayasa’dan alıyordu.



Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Anayasa’yı, Türk silahlı kuvvetlerini devre dışı bırakarak, adeta yok sayarak, silahlı güç haline getirilen, gayrinizami harp eğitimini, devletin silah ticaretini üstlenen Sadat denilen yapı... Bu milletin, düşman işgali altındayken bile, ordusu lağvedilmişken bile görmediği bir yapıdır.



Tarikat-cemaat-zırcahil atmosferinin ürünü olan bu tuhaf yapı yüzünden, uluslararası savaş suçlusu haline getirilirsek, kimse şaşmamalıdır.