50’li yılların başıydı.

İktidarda Demokrat Parti vardı.

Bursa’nın sosyokültürel yaşamını geliştirmesi için Atatürk’ün talimatıyla inşa edilen, Türkiye’nin ilk beş yıldızlı oteli Çelik Palas’ta orkestra eşliğinde keyifli anlar yaşanıyordu.

Zarif hanımlar, şık beyler, dans ediyorlardı, yemekle birlikte başlayan müzik, yasa gereği makul bir saatte sona eriyordu.

Gene böyle güzel bir gecenin finalinde, solist salondakilere teşekkür ederek kapanış selamını verdi, enstrümanlar toplanmaya başlandı.

O da ne?

Arka masalardan tehditkar bir ses yükseldi, devam edinn!

Herkes dönüp o yöne baktı, güya takım elbiseli ama, yaka bağır açık, erkek erkeğe oturan dört tipti.

Tatsızlık çıkmasın diye orkestra tekrar yerine oturdu, solist tangoya başladı, papatya gibisin beyaz ve ince...

Tango bitti.

Çile bitmedi.

Az önce devamm diye bağıran herif, bu defa zahmet edip bağırmamıştı ama, elini devamm devamm manasında sallıyordu.

Orkestra soliste baktı, solist zoraki bir ses tonuyla, herife adeta mesaj verircesine, son tangoyu tekrarlamaya başladı, nedir bu çektiğim senin elinden, yalvarırım gel üzme beni...

Herif aniden yerinden fırladı, ağzından köpükler saça saça sahneye yürüdü, çalacaksın ulan, coşkulu çalacaksın diye haykırarak, tokadını savurdu, solisti ıskaladı, ayaklı mikrofona patlattı, langır lungur devirdi. Orkestra donup kalmıştı... Az önce şen şakrak kahkahaların yükseldiği salonda ölüm sessizliği hakim olmuştu, herkes suspustu.

Otel yetkilisi koşturdu geldi, kibar bir ses tonuyla vaziyete müdahale etmeye çalıştı, ortak bir tanıdık çağırıp işi tatlıya bağlamak amacıyla, gayet nazik bir ifadeyle sordu, beyefendi, siz kimlerdensiniz acaba?

Herif kendini tanıttı...

Ben demokrasiyim ulan!

Sonra da salona dönüp nara attı...

Memlekette artık demokrasi var ulan, var mı itirazı olan!



Hırtlara bu özgüveni veren, siyasi atmosferdi.

Hükümet tarafından sırtı sıvazlanan partili cehaletin, eğitimli insanlara ne yaparsa yapsın, cezasız kalacağına olan inancıydı.



Bürokrat hırtların istek şarkısını okumadığı için gırtlağı kesilen müzisyen Onur Şener... 1950’li yıllarda yaşanan partili cehaletin, 2022 yılında cinayetle sonuçlanan tekerrürüdür.



Korunup kollanan hırtlığın, çanak tutulan zontalığın, cesaret verilen magandalığın, artık can almayı bile kendine hak görmeye başlamasıdır.

Toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet eden lümpen küstahlığının, aslanı kediye boğduran siyasi güç sarhoşluğunun eseridir.

Sapığı, tecavüzcüyü, iti kopuğu sokağa salıp, mesela Gülşen’i tutuklayan, evine hapseden zihniyetin kaçınılmaz yansımasıdır.



Kendini herkesin üstünde gören, her şeyin sahibi gören, herkese canının istediği gibi davranabileceğini düşünen, hangi suçu işlerse işlesin yırtacağından emin olan, yaratık türevi bir güruh oluştu.

Türkiye artık bu güruh için değil, kanuna kurallara uyan, namuslu, ahlaklı, çevresine saygılı insanlar için tehlikeli bir ülke.



Türkiye artık, trafikte çarşıda pazarda parkta eğlence mekanında yok yere saldırıya uğradığımız... Sıradan insanların kimseye bulaşmadan evine ulaşmak için dua ettiği bir ülke.



Kötülüğe hoşgörüyle bakan siyasi iklim nedeniyle... Türkiye artık, insan Onur’unu koruyamayan bir ülke.