Çirkef tarlası olan gazetecilik sektöründe, hiç kirlenmemiş bir kır çiçeğiydi bence...

Kendisini değil, haberi öne çıkaran, ciddiyetini, mesleğine olan saygısını daima örnek gösterdiğimiz pırıl pırıl bir televizyoncuydu.



İnsanlık tarihinin en önemli haberini sundu bize...

Ömür denilen sefil sürenin faniliğini hatırlattı.



Sanki çok önemliymiş gibi sabahtan akşama her bültende tekrar tekrar izlediğimiz tırı vırı mevzuların, siyasi itiş kakışların, kıyasıya hakaretlerin, hırsların, ego savaşlarının, makam mevki kapışmalarının, dedikoduların, fitne fücurların, kinlerin, kibirlerin, küçük dağları yaratmış gibi tepeden bakmaların, hasetliklerin, beş saniye sonramızı bile kestiremediğimiz halde, beş yüz sene yaşayacakmışız gibi ikbal hesaplarının, koltuğuna zamkla yapışanların, dünyaya kazık çakmaya çalışanların, yalakalıkların, şöhret budalalıklarının... Ne kadar boş olduğunu hatırlattı.



İnsanlığa özlem’iz aslında.



Bir varmış bir yokmuş misali, aramızdan zamansız yitip giden gencecik bir anneye karşı hissedilen üzüntünün etnik kökeni olmadığını, hiç tanışmadığımız bir insan için dökülen gözyaşının mezhebi olmadığını, bu dünyadan hiçbirimizin canlı çıkmayacağı gerçeğini, ölüm karşısındaki çaresizliğin partisi olmadığını anlattı.



Hepimiz aynı gemideyiz diye bir klişe var.

Halbuki, hepimiz aynı ekrandayız.

Son dakika’sı bol ama...

Azz sonra’sı meçhul bir ekran.