Sayın hükümetimizin “hayati durumlar” karşısındaki serinkanlı yaklaşımı gerçekten hayranlık vericidir.



Trenlerimiz çarpışır mesela, insanlarımız ölür, “kem gözlerin nazarı” derler.

Uçaklarımız düşer, “teknik kusur görünmüyor” derler.

Havalimanımız canlı bombalarla basılır, insanlarımızı otomatik silahlarla taraya taraya öldürürler, “güvenlik zafiyeti yok” derler.

Soma’da 301 madencimiz katledilir, “bunlar olağan şeyler, bu işin fıtratında var” derler.

Memleketi keneler basar, “pantolon paçalarını çoraba sokun” derler.

Nükleer santral patlarsa ne olacak diye sorarsın, “ha nükleer santral kurmuşsun, ha evine mutfak tüpü bağlamışsın, riski aynı” derler.

Deprem olur, arama kurtarmada yetersiz kalırlar, insanlarımız beton blokların altında bağıra bağıra can verir, yabancı ülkelerden gelen kurtarma ekiplerini kabul etmezler, “kendi potansiyelimizi görmek istedik” derler.

Deprem olur, dört küsurluk sarsıntıda bile binalar yerlebir olur, “enkaz kaldırmada dünyaya parmak ısırtacak kadar başarılıyız” derler.

Cephanelik patlar, “Hindistan’da Pakistan’da olur böyle şeyler” derler.

Suriye’ye burnumuzu sokarız, Kilis’e roketler düşer, “roketlerin buraya düşüyor olması eleştiriliyor, tabii ki düşecek, havada mı kalacak, yerçekimi var” derler.

Bibergazıyla insanlarımızı öldürürler, “bibergazımız organiktir” derler.

Haydarpaşa Garı meşale gibi yanar, “kaynaktan” derler.

Karaköy iskelesi batar, “lodostan” derler.

Tarikat yurdu patlar, 17 çocuğumuz ölür, “tüpten” derler.

Tarikat yurdu yanar, 11 çocuğumuz can verir, “kapı sıkışmış” derler.

Tarikat yurdunda çocuklara tecavüz edildiği ortaya çıkar, “bi kerecik” derler.

Şarbonlu et ithal ederler, pişkin pişkin “pişirince tehlike yok” derler.

Kazdağları’na siyanür dökerler, “siyanür zararsızdır, hatta vitaminlerde bulunan son derece faydalı bir maddedir” derler.

Ormanlarımız yanar, uçak olmadığı için söndüremezler, ağaçlarla beraber insanlarımızın evleri de kül olur, “Toki yirmi yıl ödemeli evler yapacak, evleri yanmayan vatandaşlar keşke bizim evimiz de yansaydı diyecek” derler.

Ormanlarımız yanar, “bu işin iyi tarafı, ormanlarda kene kalmadı” derler.

Ormanlarımız yanar, “yanan ağaçlar mangal kömürü olarak ekonomimize kazandırılacak” derler.

Elazığ’da depremzelerin, Rize’de selzedelerin, Marmaris’te evleri yanan insanlarımızın suratına fırlatırlar, “alın keyif çayı için” derler.



Hal böyleyken...



Cep telefonlarımızdan bangır bangır siren çaldı.

Aklımız yerinden oynadı.

“Hayati uyarı bildirimi”ydi.

Panikle okuduk mesajı, meğer Afad göndermişti, “meteorolojik şartlar nedeniyle sel, taşkın, heyelan olursa 112’yi arayın” filan deniyordu.



Sel Ankara’da.

Ankara’ya mesaj gelse anlarım.

İstanbul’a İzmir’e Adana’ya Trabzon’a, bütün ülkeye mesaj geldi.



Acaba dedim kendi kendime... “Hayati durumlar” karşısında yukarda özetlediğim kadar vurdumduymaz olan zihniyetin... Sel, deprem, yangın gibi afetlerde, hatta terör gibi felaketlerde bile vatandaşlarına böylesine umursamaz bakan zihniyetin... Şimdi sürpriz şekilde meteoroloji filan diyerek, “hayati uyarı” göndermesi, sadece bana mı tuhaf geldi?



Acaba dedim... Seçim öncesinde şu olacak bu olacak gibi endişe verici tehditlerin konuşulduğu şu karanlık dönemde, ülke genelinde “kitlesel hayati bildirim sirenleri” çalması, sadece beni mi endişelendirdi?



Acaba dedim, sadece bende mi merak uyandırdı... Numarası önceden saptanmış her cep telefonunda aynı anda “siren” çalabiliyorsa, “başka hangi durumlar”da kitlesel şekilde şunu yapın bunu yapın gibi “hayati durum” çağrısı yapılabilir?