Şu bereketi kaçırılmış topraklar üzerinde, Anadolu’da yaşayanları, onlardan biri olarak ruh halinizi neye, kime benzetirdiniz acaba?


Çok merak etsem de, herkesin yanıtını alamayacağıma göre benimkini anlatayım... 60 yaşındaki Dürdane Gültepe’ye benzetiyorum kendimi ve bu memlekette yaşayanların halini!


***


Sekiz dokuz yaşlarında bir kız çocuğu gördüm anne babasıyla parka gelmişler. Sarı surat, lüle lüle saçlar, cici bir elbise tahterevalliye oturmuş, iki ayağı yerde. Çünkü karşısında bir başka çocuk yok! Dalgın, uzaklara bakıyor. Sanki yaşlı biri de, geçmiş güzel günleri arıyor!


Az sonra sesleniyor, Babaaa, hadi geeel oynayalım...


Bankta oturuyormuş anne babası. Yanyanalar ama ikisi de başka alemdeler, başka ufuklara dalmış gitmişler. Babası sesleniyor, sen oyna kızım hiç halim yok!


***


Milyonlarca emekli var Türkiye’de. Çalışmış, vergi ödemiş, çoluğu çocuğu ve memleketi için çaba harcamış.


Tencere çaldılar, fatura yaktılar, slogan attılar, sokaklarda sessiz çığlık attılar, vallahi geçinemiyoruz diye bağırdılar.


Geçen gördüm onlardan bazılarını. Halk Ekmek büfesinin kaldırımında uzayıp gitmişlerdi... Biri bile diğeriyle konuşmuyordu. Sözleşmiş gibi önlerine bakıp sıranın gelmesini bekliyordu hepsi!


***


Kadıköy’deki İŞKUR’un önünden geçerken kapının dibinde duran 50 yaşlarında baş örtülü bir kadına dikkat ettim. Duvara dayanmıştı. Aşağıya sarkan sağ elinde üç dört kağıt, diğer omuzunda kocaman yıpranmış bir çanta. Gelip geçen kalabalığın arasında donup kalmıştı adeta.


Memleketin dört bir yanındaki duvarlara dayanıp dalıp gitmiş kaç milyon işsiz var!


***


Bizim çocukluğumuzda gülücüklerimiz suratlarımızda uzun süre kalırdı. Hatta, annem okuldan döndüğümde pişmiş kelle gibi ne sırıtıyorsun oğlum diye merak eder, sorardı bana.


Liseden çıkmışlar belli. Oğlanlar kızlar, hepsi tam bahar... Bir şeyler konuşup gülüyorlar. Ne güzel derken ben, o gülen kızların o oğlanların gülüşleri saniyeler sonra uçup gidiyor yüzlerinden. Film karesi gibi. Yönetmen gül diyor, gülüyorlar. Sahne bitince normal hallerine dönüyorlar sanki. Hepsi ihtiyarlıyor aniden, değişikti! Siz de dikkat edin, bakın gençlerin yüzlerine, gülüş sürelerine... Ne kadar kısa ve ne kadar ürkekler aslında!


***


Rumeli Hisarı’nda Orhan Veli’nin heykelinin karşılarında sahildeyiz, bir bankta oturduk yarım saat kadar. Toplu katliam gibi gelir hazzetmem, ama önümüzde onlarca balık tutan insan. Kadın, erkek karışık cıvıl cıvıldı. Cıvıl cıvıl gibiymiş meğer! Tüm gün orada yan yana denize olta atanlar aralarında tek kelime etmiyor. Misinaları karıştı bir ara iki kişinin. Hiç konuşmadan yer değiştirerek ayırdılar dolanan misinaları. Tıpkı oltalarına takılan balıklar gibi sessizdiler.


***


İzmir’de caminin avlusunda hasırların üzerindeyiz. Bayram namazı için toplanmış yüzlerce genç yaşlı insan. İçerisi dolmuş, bahçe de doluyor hızla. Gelen pabuçlarını çıkarıp oturuyor. Hocanın sesi çok az duyuluyor. Çevreme bakıyorum uzun uzun. Arkamda taburelerde, caminin banklarında oturmuş epey yaşlılar, saflardaki gençler, babalar, abiler, amcalar... Ben dahil kimsenin bir şey dinleyecek, duyacak hali yok! Hoca namazı tarif ediyor. Namaz, dua bitiyor; pabucunu kapan arkasına bile bakmadan kapıya yöneliyor. Duyulan tek ses, kapıyı tutmuş ‘camiye yardım edelim’ diyenlerin sesi.


Bayram sabahı cami dolusu insanın suskunluğu içlerindeki haykırışların duyulmasından korkmalarından mı acaba?


***


En büyük şehrin, en kalabalık yerine gidip bir kıyıdan bakın önünüzden akan insan seline; aslında ne kadar yalnızlar, ne kadar terk edilmişler; görürsünüz.


İşte bu yüzden kendimi ve memleketimde yaşayan milyonlarca insanı 7 Mayıs günü Adana Seyhan’da polise ihbar edilen Dürdane Gültepe’ye benzettim!


İhbar şöyleydi... “Mahallemizdeki bahçesi ağaçlarla kaplı evden bir kadının ağlama sesleri geliyor. Şiddet görüyor olabilir. Acele yetişin!”


Polis koştu tabi. Bahçeye girdiklerinde Dürdane Hanım gözlerini silip, “Buyurun” dedi polise. Niçin ağladığını sorunca yeniden ağlamaya, hatta hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Dürdane Hanım! Hem ağladı hem anlattı:


“Kimsem yok. Yalnızım. Kimse gelip gitmez, halimi sormaz, derdimi duymaz. Şu hanenin ağzı dili olsa da burada yaşananları anlatsa! Ama kimse yok artık! Siz gelmeden önce yalnızlığıma ağlıyordum. Şimdi ise gelip halimi hatrımı sorduğunuz için şaşırıp duygulandım. Ona ağlıyorum...”