İnsan tarihsel bir varlıktır, geçicidir, ortaya koydukları tartışmaya açıktır. Dolayısıyla ister dini ister la-dini olsun, oluşturulmuş tüm düşünce sistemleri sorgulanabilir mahiyettedir. Kutsal metinleri merkeze alan ahlak öğretilerinin yanısıra ödev ahlakı, faydacı etik gibi etik öğretilerinin müktesebatının kendi içindeki tartışmaları da bunu ortaya koymaktadır. Burada önem arzeden dinli topluluklar ile dinsiz topluluklar arasında erdemli yaşam zemininde bir farklılığın olmaması... Öte yandan temel insan hakları, adalet, eşit gelir dağılımı gibi konularda İzlanda, Norveç, Danimarka gibi ülkelerin Müslüman toplulukları kat be kat geride bırakması... Tüm bunlar aşkınlık alanını tartışmalı hale getirmiştir.

Şimdi soru şu: Akıl ne kadar ahlakın teminatıdır ya da din ne kadar ahlakın teminatıdır? Dinli topluluklar ile dinsiz topluluklar arasındaki farkı ortaya koymak açısından bana göre tartışılması gereken konu budur. Gerçi dinli topluluklar diyoruz ama her geçen gün daha da derinden hissettiğimiz şu tespiti de yapmadan geçmeyeyim: Günümüz dindarının zihninde Tanrı var mı? Çok sert bir soru olarak gelebilir pek çok inançlı insana. Ancak şu tespiti de yapalım: Tanrı katıksız, salt hakikattir- pür ahlaktır (benim Tanrı nedir sorusuna verebileceğim cevaptır bu) ve din, bu hakikatin ve ahlakın hayata yansımasıdır deyip, hakikate ve etik değerlere savaş açan bir zihin dünyasının elinde heder edilmiş Tanrı’dan (anlayışından) bahsediyoruz. Alman filozof Nietzsche’nin, Şen Bilim’inde:

Tanrı nerede?” “Söylüyorum. Onu öldürdük, siz ve ben. Hepimiz onun katilleriyiz. Fakat bunu nasıl yaptık? Denizi nasıl içip tüketebildik... Bu dünyayı güneşinin zincirinden kurtarınca ne yapmış olduk? Şimdi nereye doğru hareket ediyor? Ya biz şimdi nereye doğru hareket ediyoruz?” tespitleri, Nietzsche’nin yaşadığı Batı-Hristiyanlık toplumları için geçerli de Müslümanlar için geçerli değil mi?

Tanrıyı öldürmek demek, hayatın idamesinde olmazsa olmaz olan erdemlerin, ahlaki yapının çöküşü demektir. Onun için çok net ifade edelim, bir toplumda ahlaki değerler ne kadar sahiplenilmişse o toplumda o kadar Tanrı, yani o kadar hakikat yaşanmaktadır.

İzin verin biraz daha geriye gideyim ve şu cümleyi kurayım: Tarih boyunca tüm din mensuplarının yapıp etmelerinde (üç dinin ve diğer öğreti mensuplarının birbirlerine yaptıklarını hatırlayalım) acaba Tanrı ne kadar vardı? Tanrı pür iyiliktir. Tanrı’ya inanan insan Tanrı’nın dokunduğu insandır. Tanrı’nın dokunduğu insan Tanrı ahlakıyla mayalanan insandır. Uzatmayayım...

TARTIŞILAN KONULAR DİN OLAMAZ

Aslında biz ne Tanrı’nın ne’liğini tartışabildik ne de dini. Dün de bugün de kötü insanların Tanrı’yı nasıl kullandıklarını, kötülüklerine nasıl vasıta yaptıklarını, peygamberlerin dönemlerinin örfünü-hukukunu-muamelatını-siyasasını din diye tartıştık durduk. Bakın hala küçük kız çocuklarının evlenme şartlarını tartışıyor birileri utanmadan. Demem o ki, Tanrısal olan iyilik ve kötülük ile dindarların yaşantısını birbirinden ayırmak zorundayız. Tanrısal olanın yorumunda itiraza açık alan olamaz, çünkü orada kalpler mutmaindir. Bir yorumu/hükmü akıl ve kalp reddediyorsa problem var demektir. İkincisi eski dünyada ahlaki yapı, kurumların olmadığı ortamlarda kişilerin inisiyatifinde gelişmiş olgulardan oluşur, din dili de bundan nasibini almıştır. Tanrı’nın bize emrettiği iyidir, nehyettiği de kötüdür hiç kuşku yok; ancak iyiyi ve kötüyü günümüze gelen müktesebata mahkûm kılamayız. Anlaşılması için sadece birkaç örnek vereyim: Örneğin bedene uygulanan cezalara bakalım; eski dünyanın cezaları olan el kesme, öldürme, recim, domuz bağı vb. bunlar günümüz hukukunda suçtur. Bu cezalar o günün dinli ya da dinsiz tüm toplumlarında var. Keza dinlerin kültüründe inananlar kardeştir ve birbirlerine canı, malı, namusu haramdır ama inanmayanlarınki helaldir. Fıkıh kitaplarında ganimet, cariye ve köle hakları tartışılır. Günümüz dünyasında tüm insanlar eşittir. Kimse kimseye benim gibi inanmak zorundasın diyemez, bir topluluk diğer topluluğun topraklarını ele geçiremez, malına-mülküne-ırzına halel getiremez zira insanlık suçudur, dinsel ırkçılıktır, ayrımcılıktır.

Ezcümle hangi açıdan alırsak alalım, insanın tanımlanmasından kaynaklanan farklılıklar iyi ve kötü anlayışını değiştirmiştir. İyi ve kötünün tanımları insan tanımının gelişimine paralel olarak değişmek zorundadır.

(Bu Çarşamba, saat 16.00 da, ABBTV’de “İnsana Dair” programında sohbetimiz Doç. Dr. Banu Gürer ile “Gençlik ve Din” konusu; bekleriz.)