Bitmeyen davaları var İlker Paşa’nın! Zannetmeyin ki geçen hafta beraatla sonuçlanan “FETÖ’nün siyasi ayağı” davasının devamı yok. 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimlere ve Menderes dönemine İlker Başbuğ’un yaşadıklarından kısa bir özetle başlamakta fayda var. Neden mi?  

Tarih 5 Mayıs 2021...

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ hakkında “Türkiye Cumhuriyetinde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin üçüncü kitabına ilişkin hazırlanan bir paragraflık iddianamede toplam 166 kişi “müşteki” sıfatıyla yer aldı. İddianamede, Başbuğ, 4 Ocak 2021’de yaptığı açıklamada “Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı alınmış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi açıkça milletin siyasi idaresine de vurulacak bir darbe olurdu” ifadelerini kullandığı kaydedildi. Başbuğ’un söyleşisinde “darbe” imasında bulunduğu, bu şekilde “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama” suçunu işlediği öne sürüldü, hakkında 3 yıl hapis cezası istendi. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, kararın 14 Şubat 2023’te görülecek duruşmada çıkması bekleniyor!

Neden Başbuğ davası?

Çünkü... Olmayan bir “darbe” imasından iddianameler çıkaran yargı 1950-1960 arasında şimdi kaleme alacağım “Menderes dönemi” eleştirisinden neler neler çıkarabilir de ondan! Baştan söyleyeyim: Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idamı, Türk siyasetinin en kara günlerinden biridir aynı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın asılmaları gibi. Şimdi gelelim o övgü düzülen, örnek alınan, Demokrat Parti’nin “demokrat” olduğu döneme.

“Ce Ha Pe zihniyeti...”


Dün yazımı bitirirken size bir kitaptan bahsetmiştim: “Muktedir/Türk Sağ Geleneği ve Recep Tayyip Erdoğan.” Bahadır Türk imzalı kitapta, Erdoğan’a giden yolda, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Necmettin Erbakan üzerinden “sağ gelenek” masaya yatırılmış. Anti-CHP sloganının beş lider üzerinden nasıl formüle edildiği, miting, grup konuşmaları ve röportajlar üzerinden verilmiş. Bugün bize “demokrasiye geçiş” olarak anlatılan Menderes döneminde “O Ce Ha Pe yok mu... Neler yaptı neler” söylemini de iyice anlamamız sağlanmış. Şimdi 14 Mayıs 1950’den 73 yıl sonra 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimde özne yine “Yeter! Söz milletindir!” Bu noktada Erdoğan’ın söylemsel formasyonu ve zihniyet dünyasını şekillendirenin Menderes ve Özal olduğunu biliyoruz.

Örneğin...

“... İstanbul’a gidiniz, 1923’ten 1950’ye kadar yapılmış olan inşaatla, 1950’den bu yana yapılmış olan inşaatı mukayese ediniz. (20 Şubat 1958/Meclis)” Bu cümleler çok tanıdık değil mi? Erdoğan döneminin “inşaat, yol, köprü” vurgusu!

Ya da... “Bugünkü Türkiye, o Türkiye’den başkadır ve başka bir istikamete teveccüh etmiştir. Telefona bakınız, abone beş misli artmıştır. (16 Aralık 1955/Meclis)”

Benzerlik o kadar çok ki...

Menderes dönemiyle birlikte yani ‘demokrasiye geçiş’le, “eski Türkiye”den kurtulduk ve sonrasında gelen sağ liderlerin hepsi de şu sloganı kullandı: “Yeni Türkiye ve tarih bizimle başladı.”

Güzellemeler yapılan 14 Mayıs gerçeği “darbe ve idamlar” üzerinden konuşulamaz, çünkü tabudur! Dokunursan yanarsın!

Dolar yazan basına kızan Menderes


Ya o dönem yaşanan baskılar ya da hakaretler! Bahadır Türk kitabında şu tespiti yapmış: “Menderes için CHP, anti-demokratik teamüllere yaslanmış bir baskı mekanizması olarak zuhur eder.” Hatta diktatörlük öne çıkar söylemlerinde: “İnönü iktidarda iken nasıl bir diktatör idi ise aynı diktatör hüviyetini muhalefette dahi muhafaza etmiş bulunmaktadır. (6 Mayıs 1959/Meclis)”

O dönem konuşulmaz!

CHP’yi basın üzerinde baskı kurmakla eleştiren Adnan Menderes iktidarında şu cümleyi kurar:

“İki günde bir altın fiyatları, dolar fiyatları yükseliyor diye neşriyat yapmak, bu memleketin parasıyla, iktisadi kaderiyle oynamak, vatanperverlikle telif edilecek bir hareket değildir. (3 Ocak 1960/Adana konuşması)”

Konuşalım bunları da! Demokrat Parti’nin “demokrasisi”, 1957 seçimlerinden sonra basına ve muhalefete karşı ağır yaptırımlarla devam etti. Uşak’a giden İsmet İnönü’nün aracına, 30 Nisan 1959 tarihinde Demokrat Partililer tarafından bardak fırlatıldı. Yine 1 Mayıs 1959 günü, Uşak’ta ayrılmak için tren istasyonuna gelen İnönü’ye taş atıldı. Atılan taşlardan biri başına isabet etti! “Tahkikat Komisyonu”nu anlatmaya gerek var mı? CHP’nin illegal bir parti olduğuna dair yapılan çalışmaları ya da...

SONUÇ: 73 yıl sonra bugün Demokrat Parti döneminin ne kadar güzel dönem olduğunu anlatanlar tarihi bir de böyle okusun!