Tarihçi Lord Acton, 5 Nisan 1887’de, eski papaların yolsuzluklarını ve istismarlarını görmezden gelen bir “ahlaki görecelilik” fikrini savunan İngiltere Kilisesi Başpiskoposlarından Mandell Creighton’a ağır bir mektup yazar.

Hepimiz o mektuptaki “Güç bozma eğilimindedir, mutlak güç mutlaka bozar” cümlesini ezbere biliriz.

Oysa mektupta bu cümlenin devamında çok daha iddialı cümleler vardır:

“Büyük adamlar, otorite yerine nüfuz uyguladıkları zaman dahi neredeyse her zaman kötü adamlardır. Otoritenin yozlaşma eğilimini ve kesinliğini eklediğinizde daha da fazlası söylenebilir. Makamın sahibinin kutsallaştırılmasından daha kötü bir sapkınlık yoktur. İşte gelinen nokta budur... Amaç araçları haklı çıkarmayı öğrenir. (Siz) Pozisyonu olmayan bir insanı asardınız...”

★★★

Ne yazık ki tam 136 yıl sonra Türkiye’de benzer bir durumun ayak izlerini görüyoruz.

21 yıllık AK Parti iktidarı zaten mutlak bir güce sahipti. Cumhurbaşkanlığı makamı 2018 yılından bu yana, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yetkiye ve güce sahip oldu.

Böyle bir güç ve yetki, halkın refahı için kullanıldığı taktirde çok önemli sonuçlar elde edilebilirdi.

Ne yazık ki öyle olmadı.

Liyakatsiz kadrolar yüzünden başta ekonomi olmak üzere birçok alanda ciddi sorunlar ortaya çıktı.

İktidar da bu bozulma sürecinde, haliyle, halkın refahını düşünmekten çok, sahip olduğu gücü ve yetkiyi elinde tutma çabası içine girdi.

★★★

Demokratik ülkelerde, sorunlar demokrasi zemininde, hukuk devleti, çoğulculuk, temel haklar ve özgürlükler gibi evrensel ilkeler çerçevesinde çözülür.

Bizim iktidar ise bunun yerine önüne çıkan her engeli daha fazla güç kullanarak ortadan kaldırmayı tercih ediyor.

Bu güç para cezası, yargı kararı ya da güvenlik tedbirleri olarak kendini gösteriyor.

Üçten fazla insan demokratik bir şekilde “protesto yürüyüşü” hakkını kullanmak istediğinde kendi sayılarının on katı kadar polisle karşılaşabiliyor.

Muhalif bir siyasetçi, sivil toplum kuruluşu temsilcisi, akademisyen, gazeteci, sanatçı rahatsız edici bir fikir dile getirdiğinde önce linç tarzı bir kampanya başlatılıyor.

Kontrol altındaki sosyal ve konvansiyonel medyada- adeta- sanal mahkemeler kuruluyor.

İktidarı eleştirenler “hain”, “terör sevicisi” gibi sıfatlarla etiketleniyor.

İtibar suikastları yapılıyor.

Peşi sıra gerçek savcılar devreye giriyor. Bunu hukukun zorlandığı, akıl almaz ağır cezaların çıktığı hızlandırılmış yargılama süreçleri izliyor.

Muhalif siyasetçiler milletvekiliyse, fezlekeler birbirini takip ediyor. Hemen “dokunulmazlıkların kaldırılması” silahı çekiliyor.

Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Canan Kaftancıoğlu, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Can Atalay, Şebnem Korur Fincancı ve adını yazamadığım onlarca ismin başına gelenler bu durumun tezahürüdür.

★★★

Güçle yönetmenin diğer iki ayağı da makam sahiplerinin kutsallaştırılması ve amaca ulaşmak için kullanılan bütün araçların “haklı” çıkarılması çabasıdır.

İktidar mensuplarının 20 yıl boyunca en iyi öğrendiği şeylerden biri de bunlar olmuş.

Ne yazık ki kürsüler ve ekranlar makam sahipleri ne yaparsa yapsın doğru kabul eden, sırf iktidarın lehine diye adaletsizlikleri, “siyasi” mahkeme kararlarını, hukuk tanımaz icraatları, büyük yolsuzlukları haklı çıkarmaya çalışan insanlarla dolu.

Lord Acton’ın tespitlerine katılmamak mümkün değil. Ancak unutmamak gerekir ki demokrasilerde millet verdiği gücü de mutlak gücü de geri almasını bilir.

Bakalım mahkeme beni yanıltacak mı?


Bugün Ankara’da ilginç bir duruşma var. Büyük ihtimal karar duruşması.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi yönetimi, “terör propagandası” yapmakla suçlanıyor. Gerekçe Jin TV’de yayınlanan bir çevre haberine ödül vermek.

İddianame baştan sona zorlama iddialarla dolu. En önemlisi de şu:

Kolluk kuvvetleri ve yargı, Jin TV’nin terör örgütünün yayın organı olup olmadığına bu soruşturma sonunda karar verecek. Buna karşın, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden sanki istihbarat örgütü ya da yargı organıymış gibi, ödül verirken Jin TV’nin terör örgütünün yayın organı olup olmadığını bilmesi bekleniyor.

Bu davadan da mahkûmiyet çıkarsa, hukuk devleti bir kez daha kaybedecek ve iktidarın sivil toplumu güçle, yargı kararlarıyla yola getirme çabasına yeni bir halka eklenmiş olacak.

Dilerim mahkeme heyeti beni yanıltır!