Son günlerde, apartman veya site “aidatı” (doğrusu, ortak giderlere katılma payı)’nın yükselmesi, medyada epey yer aldı. Enflasyonun cebirsel sonucu olarak, ortak gider payının artması, geliri enflasyon kadar artmayan apartman sakinlerini (kat maliki veya kiracı olabilir) sıkıntıya sokmuştur. Bu yadsınamaz. Ancak ortaya çıkan sorunun daha doğrusu uzlaşmazlığın çözümünü, site yönetimini pankartlarla protestoda veya devletin hakemliğinde aramak yanlıştır. Bu tutum, “kendi kendini yönetme ve çoğunluğun tercihini kabullenme” anlamına gelen “demokrasinin” kültürümüze ne kadar yabancı olduğunu gösterdi. Kat maliki olduğum ve halen de ikamet ettiğim 39 daireli apartmanda ben de geçmişte yöneticilik yapmıştım. Kendini otel müşterisi, yöneticiyi de otel müdürü olarak gören kat malikleri yüzünden, apartman yöneticiliği amatör işi olmaktan çıktı. Bu sebeple, aidatlara bir de yönetim gideri eklendi. Fiili yönetim bir dış firmaya bırakılsa bile, istenilen hizmetlerin kapsamını ve toplanacak aidatın miktarını “kat malikleri genel kurulu” demokratik bir şekilde belirlemek zorundadır. Bu hem bir yetki hem de yükümlülüktür.

ZAMAN KAYBI KÂR KAYBIDIR

“Kârı bölüşemeyen, zararı bölüşür” diye bir tabir vardır. Bundan daha doğru bir tespit olamaz. Etrafınıza bakın, ortaklık kârını veya mirası bölüşemeyen ne çok kişi var. Bunlar “şeriatın kestiği parmak acımaz” diye ihtilafın çözümünü hemen mahkemeye havale ediyor. Tabii derhal avukatlar devreye giriyor. Onlar da sözde rakibi pes ettirmek için bir sürü usul ve şekil itirazıyla yargıcın elini kolunu bağlayıp, karar vermesini zorlaştırıyor. Yargıçlar da “ne haliniz varsa görün” diyerek kararı erteliyor. Taraflar kendi avukatlarının adaleti geciktirmesi yüzünden zarara uğruyor. Malın mülkün hayrını görmeden yaşlanıyor hatta ölüp gidiyor.

ÖZDEKİ ÇÖZÜMÜ ŞEKİLDE ARAMAK

2023 yılında iktidara oynayan CHP’nin sloganı “hak, hukuk ve adalet”. 20 yıldır iktidardaki partinin adı “Adalet ve Kalkınma”. 1960 darbesinden sonra kurulan ve uzun yıllar iktidar olan partinin adı, tek kelimeyle “Adalet”.  İktisatçılarımıza göre ekonomik sorunlarımızın çözümünde atılması gereken ilk adım “hukuk yani adalet reformu” yapmak. Kıbrıs dahil seksenden fazla hukuk fakültemiz, yüzlerce hukuk profesörümüz, binlerce avukatımız ve yargıcımız var. Devasa adliye sarayları inşa ettik. Elektronik ortama geçtik. Sonuç: Mahkemeler, Anayasa Mahkemesi dahil, iş yükü altında eziliyor. Geciken adalet, adalet değildir deniyor; gecikmeyeni yok.  Şeriatın kestiği parmak acımaz deniyor ama, her karardan sonra feryattan geçilmiyor.

HUKUKTA KÜLTÜR DUVARINA ÇARPMAK

Siyaset, bir soğuk savaştır. Savaşta hile ve aldatma mubahtır. Bu yüzden siyasilerin hukuk ve adalet taleplerini samimi bulmam. Ben siyaset dışı hayatın içinde adaletin peşindeyim. Türkiye’de eksikliği olan hukuk budur. Burada aşılması çok zor bir kültür duvarı var. Bu duvarın ne olduğunu anlatmama izin verin. Tanıdığım birçok kişi, uzlaşmaz tutumunu şöyle savunmuştur: “Ben adalete inanan bir insanım.  Hakkımdan bir kuruş fazlasını istemem, ama hakkım olanın bir kuruşunu da karşı tarafa yedirmem”.  Eğer bu ifade size doğru geldiyse bilin ki siz; hak, hukuk ve adalet hissi gelişmemiş uzlaşmaz bir insansınız. Çünkü, karşı tarafın hakkının ne olduğuna karar verme yetkisini kendinizde görüyorsunuz. Karşı da öyle görüyor. Bu huyumuz  yüzünden adaleti de demokrasiyi de içselleştiremiyoruz. Adalet ve demokrasi, “hiç kimsenin istediğini elde edemediği” bir uzlaşma sürecidir. Eğer ihtilafa düşmüş taraflardan biri, ortaya çıkan sonuç için, işte bu karar tam olarak hakka, hukuka ve adalete uygundur, diyorsa, bilin ki o karar hakka, hukuka ve adalete uygun değildir.

Son söz: Muhakeme, mahkemeye mahsus değildir.