Nasrettin Hoca bir gün tavşan avlamış. Derisini yüzüp, içini temizlemiş. Eve götürüp hanımına, şunu pişir suyuna da çorba yap demiş. İşe giderken bir arkadaşına rastlamış “Bu akşam, bizde tavşan suyuna çorba var, gelirsen birlikte içeriz” demiş. Arkadaşı da “Olur hocam gelirim” diye cevaplamış. Hoca işten eve dönünce, hazırlıklı olması için hanımına “Bir arkadaşımı yemeğe davet ettim, sofraya bir tas daha koy” deyince, hanımı da “Ben de komşuları çağırmıştım, biraz kalabalık olacağız, sadece masaya ilave tas koymak değil, çorbaya da su katmak gerekecek” diye sızlanmış. Biraz sonra komşular, daha sonra da Hoca’nın davet ettiği arkadaşı üç kişi ile birlikte zuhur etmiş. Hoca hiç tanımadığı üç kişiye, siz de hoş geldiniz derken, kalabalığı gören arkadaşı, mahcup bir tavırla, ben de bir arkadaşıma söylemiştim, o da kendi arkadaşına, o da onun arkadaşına söylemiş, kusura bakma dört kişi geldik demiş. Hep birlikte sofraya oturulmuş. Herkesin önündeki kâseye Hoca’nın hanımı birer kepçe çorba koymuş. Çorbayı tadan, yüzünü buruşturmuş. Misafirin misafirinin misafiri “Bu ne biçim tavşan çorbası, içinde hiç tavşan suyu yok” gibisinden tavır yapmış. Hoca da dayanamayıp siz misafirin misafirinin misafirisiniz, bu çorba da tavşanın suyunun suyunun suyu diye taşı gediğine koymuş.

EMEKLİLİKTE YAŞA TAKILANLAR

Emeklilikte yaşa takılmak, deyimi kadar gayri iktisadi bir tabir olamaz. Mevcut düzenlemede zaten “gelir-gider” dengesizdi. Üstelik emeklilik maaşları yetersizdi. Saniyen “eşit olması gereken” eski emekli ile yeni emekli maaşları haksız bir şekilde farklıydı. SGK, merkezi hükümet bütçesinin kocaman bir karadeliği haline dönüşmüştü. Bu konuyu ele alıp, “enflasyonu daha fazla azdırmamak için” en azından mevcut sistemin devamı şarttır diye yazacaktım. Yazamadım. Kendime sansür uyguladım. Sevimsiz olmaktan çekindim. Mahalle baskısından tırstım. Hükümet ne yapacağını söylesin sonra yazarım dedim. Böyle korkak davrandığım için kendimden memnun değilim. Benim gibi (ununu elemiş, eleğini asmış) bir kişi bile ilmî ve vicdanî kanaatini açıklamaktan ürküyorsa, ortada ciddi bir “fikir özgürlüğü” sorunu var demektir. Kimseyi değil sadece kendimi eleştiriyorum. “Barika-i hakikat, müsademeyi efkârdan doğar” yani “Gerçeğin ışığı, fikirlerin çarpışmasından çıkar” diye bellemiştik. Çarpışan fikirler olmadığına göre, gerçek karanlıkta kalmıştır.

HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT BİLİMDİR

Atatürk’ün beynimize hakketmek istediği bu özdeyiş, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya  Fakültesi’nin anıtsal binasının cephesinde yazılıdır. Bu hüküm, laikliğin esası olduğu kadar fikir namusunun da kılavuzudur. Emeklilik, bir “sigorta bilimi” (aktüerya) konusudur. 20-25 yıl çalışıp, 30-40 yıl emekli maaşı almak olmaz. Doğrusu bunun tersidir. Yani 30-40 yıl çalışarak prim ödeyip, 20-25 yıl emekli maaşı alınabilir. Ayrıca hem emekli maaşı alıp hem de çalışmayı sürdürmek “emeklilik” kavramıyla bağdaşmaz. Dünyada emeklilik yaşı ortalama 65’tir. Ayrıca yeterince uzun yıllar prim ödemiş olmak da şarttır. Öyle “yaşa takılmak” gibi zırvalar da yoktur. Emekli olmak için gerekli çift şartı teke indirerek SSK’yı hem de iki kez teknik iflasa sokan (birincisi 1969’da ikincisi 1991’de olmak üzere) Süleyman Demirel’dir. İki kez iflas etmesine rağmen halen aslanlar gibi ayakta duran SGK, bu yeni yükün altından da bütçeden yapılacak transferlerle “nominal olarak” kalkacaktır. Ama çalışan veya emekli, yaşa takılan ya da takılmayan herkesin maaşı, artan fiyatlar karşısında “reel olarak” daha da yetersiz kalacaktır.

Son söz: Üleşimi bırak, üretime bak.

Yeni yılınız kutlu olsun.