Türkiye tümüyle seçime, özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandı. Sayın Erdoğan, kendi yaptığı Anayasa’ya karşı çıkıp, bile bile aday oldu. Bu kez senaryo şu, Sayın Erdoğan Anayasa’ya rağmen adaylık başvurusu yapacak. YSK, bu başvuruyu Anayasa’yı örnek göstererek reddedecek.

Bu durumda Sayın Erdoğan ‘’Ey milletim, ben aday olmayı çok istedim ama bu altılı masa ve yandaşları beni engelledi. Bu durumda ben kendimi çok güvendiğim milletime emanet ediyorum’’ deyip mağduru oynayacak ve milletvekilliğine adaylığını koyacak. Sayın Erdoğan’ın tüm hesapları, TBMM’de ne yapıp yapıp çoğunluğu sağlamak olacak.

YSK Başkan ve Üyeleri, Türk halkının geçmiş seçimlerdeki gibi, YSK’nın Anayasa’ya aykırı bir kararına karşı asla sessiz kalmayacak ve Demokratik büyük bir karşı duruş sergileyecektir. YSK üyeleri bunu bilmekle birlikte, AKP iktidarının da artık gidici olduğunu görüyor ve biliyor.

Değerli okurlar; Haksızlık ve usulsüzlüklere, toplumsal karşı dik duruşun öyküsünü sizlerle paylaşıyorum.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Mikrobiyoloji Doktorası almış, başarılı bir bilim insanı olan ve şu anda NASA’da çalışan Dr. Neva Çiftçioğlu Banes’in kendi kaleminden başından geçen gerçek bir olay.

“İş ve eş gereği ABD Houston Teksas’ta yaşıyorum. Geçen hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir postanede gerçekleşti.

Yeni yıl armağanı olarak internet aracılığıyla satın aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade formunu doldurup soluğu postanede aldım. Postaneye girdiğimde 20–25 kişi kuyrukta bekliyordu.

Burada Noel de yaklaştığı için marketten bir ekmek bile alınsa mecburen onlarca insan arkasında sıraya dizilip normalden çok daha uzun süre beklemek zorunda kalınıyor.

Hizmet eden sayısı sadece 2 kişi olunca, hele bir de hizmet edenler işinden, canından bezmiş bir suratla ve isteksizliğin yansıdığı bir süratle de iş görünce bekleme süresi sabırları zorlayacak düzeye tırmanıyor.

Girdiğim kuyrukta arkama döndüğümde 30–35 kişinin daha geldiğini gördüm. “Neyse, en azından ortalardayım” diye kendime sevinme payı çıkardım.

Tam 40 dakika sonra sıra bana geldi. Paketi görevliye uzattım, “Adresler üzerinde yazılı” dedim. “Paketi neden bantla kapatmadınız?” diye sordu. Girişteki “Paket içeriğini görmek isteyebiliriz. Lütfen paketlerinizi açık bulundurunuz” uyarısını gösterdim. Sesini yükselterek sinirle “Kapıda ne yazdığını iyi biliyorum. Derhal paketinizi bantlayın” dedi.

Sıradaki herkes artık bizi dinliyordu. Yanı başındaki bantı göstererek, “Rica etsem verebilir misiniz?” dedim. Yanıt yine aynı yüksek sesle geldi: “Hayır, o bant bana ait, müşteri kendi bantını kullanacak!” “Yanımda bant yok, sizin bant için de para ödesem...” dediğim an görevli hanım sesini daha da yükseltti. 3 adım ötede, bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki, sadece paketleme servisleri için yapılmış 20 dolarlık bantı işaret ederek satın almamı ve kullanmamı önerdi. “15 santimetrelik bir kutu için bana o bantı aldırmanız size mantıklı geliyor mu?” diye sordum! “Bantı al ve derhal sıranın sonuna geç!” diye bana bağırırken sinirden de kendisi kıpkırmızı kesilmişti. Aynı hışımla kuyruktaki bir sonraki kişiyi (“Sıradaki” anlamına gelen) “Next!” diye çağırdı.

İşte o an dondum kaldım... Ama sıradakilerden hiç kimse ilerlemedi. Sıranın başındaki beyefendi, “Şu kutuyu derhal bantlayın ve hanımefendinin işini bitirin önce” dedi.

Görevli öfkeyle bağırıyordu: “Anyone else... Next!” 30 kişi yerinden kıpırdamıyordu. İkinci görevliye de gitmiyorlardı. Hizmet durmuştu.

Sıradan bir yaşlı bayan, “76 yaşındayım ve dizlerim ağrıyor ama o bayanın paketini bantlayıp görevinizi yerine getirmediğiniz sürece buradan bir adım atmıyorum” dedi.

Görevli elimden paketi sinirle çekip kutuyu benim söylediğim postane bantıyla yapıştırdıktan sonra ödememi alana kadar karmakarışık duygularla kalakalmıştım. Neredeyse ağlamak üzereydim. Sıraya dönüp “Thank you all” (Hepinize teşekkürler) diyebildim sadece*... Gülümseyerek el salladılar.

Dışarı çıkıp arabama oturunca kontağı açmadan bir süre park yerinde düşündüm.

Herkesin işi gücü var. Nasıl oldu da tek bir kişi “Acelem var” diyerek sıranın önüne atlamadı? Nasıl oldu da onca kişi bir kişiye yapılan haksızlık için tepki gösterdi? O sırada benden hemen sonraki yaşlı beyefendi işini tamamlamış, dışarı çıkmıştı. Arabama yaklaştı, pencereyi açtım. Gülümseyerek kafamdan geçen soruları yanıtladı:

“Size yapılan bu yanlış için üzgünüm. Doğada hayvanlar, ağaçlar ve hatta mikroplar birbirleriyle bağ içerisinde hareket ederken biz insanlar birbirimizden çok koptuk maalesef. Yanlış bir hareket, anında tespit edilerek sineye çekilmeden, toplu bir tepki gösterilmezse ‘normalleştirilir’. O hizmet eden bayan bir dahaki sefere yanlış yaparken iki kez düşünecektir. Biz görevimizi yaptık...” diyerek ayrıldı.

İşte kendimize veya bir başkasına yapılan haksız bir davranış karşısında korktuğumuz veya başka nedenlerle tepkimizi göstermediğimiz sürece yaşamımızda bizi çok daha kötü günlerin beklediğine kesinlikle inanabiliriz.

SON SÖZ; Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. HZ. MUHAMMED