Antakya, Habibi Neccar Camii yakınında avlulu, tipik Antakya evlerinden birinde doğduğum şehir. Adana, baba kentim ve maalesef her ikisi de depremde çok büyük yıkım yaşadılar. Antakyalı arkadaşlarımdan yakınlarını kaybedenler var. Onların ve Antakya’ya gidenlerin anlattığına göre o güzelim tarihi şehirde taş üstünde taş kalmamış, her yer yıkılmış. Depremden en çok zarar gören şehirlerden biri olan Antakya’da elektrik yok, su yok, doğalgaz yok, benzin yok, depremden günler sonra hala hükümetin sağlaması gereken yardım yok, yaşanan kaosu ve evlerin, iş yerlerinin yağmalanmasını önlemek için güvenlik güçleri yok, telefonla konuşmak neredeyse imkansız, sesini duyurmak isteyen depremzedeler Twitter’a sarılıyorken hükümet onu da bin türlü bahaneyle saatlerce kestirdi. Dağıtılan sayılı battaniyeleri, terlikleri alamayanlar buz gibi soğukta öylece bekliyorlar, kayıtsız göçmenlerin gönderilen gıda ve battaniyelerin çoğunu aldığı anlatılıyor. Antakyalı yakınlarımızdan aldığım bilgiye göre göçük altında kalanların çoğuna sıra gelmediği için kurtarma yapılmadı ve kaybedildiler. Kurtulanlar “ya açlıktan, ya soğuktan öleceğiz” diyorlar. Kısacası, ortada devletin olmadığı tam bir felaket hali. Sadece Antakya değil depremde yıkılan 10 şehrin hepsinde depremden günler sonra bile göçüklerden sağ çıkanlar olduğu halde başarılı bir afet yönetimi yapılamadığı için can kaybı 15 bine yaklaştı. Bugün bu konuyu kriz yönetimi konusunda uzman olan Prof. Dr. Sayın Korel Göymen’le konuştum, bakalım neler yapılabilirdi ve yapılmadı veya neler ortadan kaldırıldığı için depremin yıkımı ve can kaybı bu kadar büyük oldu.

Prof. Dr. Korel Göymen, lisans derecesini ODTÜ Kamu Yönetimi Bölümü’nden, yüksek lisans ve doktora derecelerini İngiltere Leeds Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden almış, 1992-94 yılları arasında Turizm Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapmıştır. ODTÜ’de 25 yıl, Sabancı Üniversitesi’nde 17 yıl, Kadir Has Üniversitesi’nde bir yıl öğretim üyesi olarak çalışan Korel Göymen, Kamu Yönetimi çerçevesinde deprem, yangın gibi afetlerle ilgili “kriz yönetimi” çalışmaları yapmış ve 2011 yılında “Emeritus Profesör” ünvanı almıştır.


HER ŞEYDEN ÖNCE FELAKET YERİNE ULAŞABİLMEK GEREKİR!

■ Sayın Göymen, 2021 Ağustos ayında günler süren yangınlar sırasında yaptığımız röportajda “Genelkurmay’ın savaşa hazır olması gibi depreme, yangına, sele hazırlıklı olmak gerekir” demiştiniz. Şimdi bu depremlerin üzerinden günler geçtikten sonra hala dehşetli bir sıkıntı ve acı yaşanıyor, insanlar yakınları kurtarılmadığı için feryat ediyor ve “devlet nerede” diye soruyorlar. Bu konuların uzmanı olarak ne diyorsunuz?

Büyük bir felaket geçirdik hakikaten, kaybettiklerimize ne kadar üzülsek, hayatta olup da büyük bir zorlukla karşı karşıya olanlara ağıtlar yaksak şu anda maalesef boş. Bu gibi konularda safha safha uzun yıllara yayılan bir hazırlık içinde olmak gerekir. Yerel yönetim konularında bizim kullandığımız “dayanıklı kentler” diye bir kavram vardır. Kentlerin dayanıklılığı hem sosyal açıdan, hem de fiziki açıdan önem taşır. Her türlü afete dayanıklılık, kentlerin bunlara hazırlık içinde olması demektir. Aniden ortaya çıkan bir olayda gereken tepkiyi zamanında göstermek mümkün olmayabilir, bu son yaşadığımız felaketle ilgili dikkatimi çeken noktalar var; her şeyden evvel bu gibi afetlerde yapılacakların senaryolar halinde önceden düşünülmüş olması gerekir ve her kurumun birbiriyle işbirliği halinde ve eşgüdümlü olarak “neleri, nereden komut alarak, hangi kaynakları kullanarak yapacağının” planlanması gerekir. Bu gibi durumlarda her şeyden evvel felaket yerine ulaşabilmek gerekir. Son depremlerde dikkatimi çeken şey maalesef son yıllarda yapılan yolların bir kısmından geçilemedi, ilk 48 saatte kapalı olan yollar yerine mecburen dağ yolları kullanıldı. Aynı şekilde malzeme ve kurtarıcı, insan gücü getirmek gerekir ve bunların hızla yapılması gerekir; havalimanlarına baktığımız zaman civardaki havalimanlarında da pistlerde ciddi sorunlar çıktı. Bu felaketin boyutları düşünüldüğünde insaflı olmak gerekir ama insaflı da olunsa, herkes söylediğine çok özen de gösterse bu gibi şeylere anında müdahale edecek hazırlığın hem karayolları, hem havayolları konusunda yapılmış olması gerekirdi.

İNSANLAR ÜŞÜŞÜYOR VE YAPILMAMASI GEREKEN HER ŞEYİ YAPIYORLAR!

Onun dışında kurtarma operasyonlarıyla ilgili olarak da dikkatimi çeken hususlar var; insanların iyi niyetle ve yakınlarını kurtarma telaşı içinde kurtarma operasyonu eylemlerine katıldığını görüyoruz fakat bunların hiçbirinde bir disiplin yok. İnsanlar üşüşüyorlar, kurtarmak için çekiştiriyorlar, çıkarılanları hasretle kucaklıyorlar, yani yapılmaması gereken her türlü şeyi yapıyorlar. Oysa bu gibi durumlarda güvenlik güçlerinin bir emniyet çemberi içine alması gerekir. İnsanları enkaz altından çıkaracak olan kişilerin uzman olması gerekir.

BIRAKIN İŞBİRLİĞİNİ BİRBİRLERİYLE KONUŞMUYORLAR!

■ Kurtarma çalışması yapanlar “gürültü olmasın, içerden gelen sesi duyamıyoruz” diye bağırırken bitişiğindeki televizyon muhabirleri “yerimizden ayrılamayız” diyerek yayında konuşmaya devam ediyor.

Aynen öyle, bu disiplinin orada sağlanması gerekir. Bilinçli vatandaşlar uyarıda bulunmaya çalışıyor ama önceden eğitim verilmediği için engellenemiyor, bunlar önemsiz gibi görünen ama son derece önemli yanlışlardır. Kurtarılan kişiye ne yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini bilen eğitimli insanların orada olması, güvenlik kordonlarıyla bunun sağlanması gerekir. Aynı şekilde biraz bilinçli, biraz kasıtlı olarak kurumlar arasında bir eşgüdümün olmadığı anlaşılıyor. Ayrıca da hiç kabul edilmeyecek bir nokta var; böyle büyük bir afet durumunda bile kamu kuruluşları yetkililerinin bir bölümü birbirleriyle konuşmuyorlar. Bırakın işbirliği yapmayı konuşmuyorlar.

KAMU GÜÇLERİNİN YEREL BELEDİYELERLE İŞBİRLİĞİNİ REDDETMESİ KABUL EDİLEMEZ!

■ Kimler mesela? 

Takip edebildiğim kadarıyla kamunun bir takım güçleri, örneğin teçhizat kullananlar yerel belediyelerle işbirliği yapmıyorlar.

■ Ayrı partilerden oldukları için.

Kişisel bir garez söz konusu olamayacağına göre herhalde öyle. İnsanların böyle bir dönemde, bu tür bir konumda bu tür bir işbirliğini reddetmeleri kabul edilemez diyeceğim ama kabul edilemez de çok hafif kaçıyor. Dolayısıyla, sonradan yapılmaya çalışılan şeyleri önceden planlamak gerekir, mesela şu anda denizyollarını kullanma faaliyetine girişiyorlar. Deniz kenarında olan yerlerde denizin bu amaç için kullanılması ilk etapta yalnız düşünülmek değil, önceden planlanmış olması gerekir. Bazı gemilerin, şimdi sayıları 50 bini aşan yaralıları nakletmek veya hastane gemisi olarak kullanmak amacıyla çok önceden planlanmış şekilde ilk 24 saatte hazırlanmış bir plana göre harekete geçmeleri gerekirdi.

■ Türk Silahlı Kuvvetleri daha önce afetlerde yardıma koşardı ama böylesine büyük bir felaket yaşanmasına rağmen bu depremlerde -birileri var dese de- yoktu. Deprem bölgelerinden yükselen en büyük tepkilerden biri de bu, ne diyorsunuz?

Evet, orduda ilk yapılması gerekenleri yapmak üzere eğitilmiş birimler vardı, onlar kısa zaman içinde sahra çadırları, sahra hastaneleri kurma konusunda deneyimliydiler. Sahra hastaneleri hem askeri olarak, hem de bu gibi durumlarda hemen organize olabilecek ve açık havada hizmet verecek olan hastanelerdi, burada çalışan uzman personelleri vardı, savaş sırasındaki tedaviler konusunda deneyimliydiler ki depremlerde de bu deneyim çok önemlidir. Sonradan ordu daha farklı bir yapıya büründürüldü ve bunlar ortadan kaldırıldı. AKUT ve benzeri son derece yararlı faaliyetler gösteren, gönüllülüğe dayanan, bir kriz anında derhal harekete geçen on binlerce kişinin örgütlendiği sivil toplum kuruluşları önemsizleştirildi. Oysa bunların varlığı çok büyük fark yaratabilirdi.



■ Prof. Dr. Tansu Küçük “Gülhane Askeri Tıp Akademisi kapatılmasa ambulans uçaklarını ilk anda Adana Havalimanına indirmiş, hastane gemisini İskenderun limanına çekmiş olurdu ve çok daha fazla hayat kurtarılabilirdi” dedi. Ona hak veriyor musunuz?

Şimdi, askeri sahra hastaneleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait hastaneler ne gibi şeylerle karşılaşırlar; çok miktarda uzuv kaybı, kol, bacak gibi kayıp organlarla uğraşırlar, kopan uzuvları hızla dikebilirler ve maden kazalarında da depremlerde de bu tür olaylar çok benzer. İnsanlar uzuvlarını kaybetseler de hayatları kurtarılabilir, dolayısıyla bu konularda deneyimli cerrahların ve onları destekleyebilecek olan personelin oralarda bulunması bir şans faktörüdür. Onların hemen müdahale edecek bir konumda, durumda, fiziki ortamda bulunmaları büyük bir avantajdır. Bunun olmaması, bu birimlerin ortadan kaldırılması da büyük bir kayıptır.

■ Yeni yapılmış yolların, havaalanlarının, yeni binaların çökmesi de ciddi yanlışların yapıldığını göstermiyor mu?

Bu konuda biraz insaflı olmaya çalışayım, bunlar devasa iki deprem. Yolların bir kısmının ve bazı havalimanlarında pistlerin tahrip olması söz konusu ama bunlara daha hızla müdahale edilmesi gerekirdi, çünkü en kritik 2 günde daha fazla Adana Havalimanı’nın kullanımı söz konusu oldu, kullanılması gereken diğer havaalanları saf dışı kaldı. Bakıldığı zaman, daha bilinçli ülkelerin “kriz zamanları planlaması” diye okullarda okutulan, master ve doktora tezleri yazılan konular bunlar. Son derece inceden inceye hazırlanması gereken, birçok disiplinlerin devreye sokulması gereken, kurumlar arasındaki iletişim konusunda bile inanılmayacak kadar çok boyutları olan ve önceden hazırlıklarının yapılması gereken konular bunlar.

■ Hatay Belediye Başkanı Sayın Lütfü Savaş’a depremden önce “Hatay olası bir depreme hazır mı” diye sorulmuş, “Hayır, hazır değil” demişti ama ilgili bakanlıktan kendisine cevap bile verilmemiş. Hükümetin yerel yönetimlerle koordinasyonu olmazsa kriz zamanları planlaması nasıl yapılabilir ki?

Siyasal rekabeti olmaması gereken boyutlara ve kanallara çekiyoruz. Kabul etmek gerekir ki kısa bir süre sonra seçim var ve herkes için önemli, ülkemiz açısından ve geleceği açısından son derece önemli, dolayısıyla siyasal partilerin propaganda yapmaları, her zamankinden daha fazla bu alanlardaki tercihlere, vaatlere yönelmeleri beklenen bir şey fakat bunu deprem gibi olağanüstü dönemlerde de hala bir siyasal mücadele çerçevesinde olaya yaklaşmak kabul edilemez bir şey ama bu sık sık yapılıyor. Sınırları bilmiyoruz, hangi konularda ne zaman, nasıl konuşulur konusunda da sıkıntılarımız var, bunun sonucunda tabii olumsuz sapmalar ortaya çıkıyor. Böyle durumlarda merkezi yönetim ile belediyelerin stratejik planlarını bağlantılı olarak hazırlamaları gerekir, yalnız bu yeterli değildir, her iki yönetimin bölgesel ve kentsel kriz planlarını ortak hazırlamaları, zaman zaman sanal uygulamalar yapmalı, dijital ortamda o bölgelerin ve kentin güvenliği için ortak hedefler ve öncelikler saptamalıdırlar.

■ Kızılay ne yapıyor sorusu da var. Başka ülkelerde bir afet hali olduğunda hemen yardıma gönderilen Kızılay’ın bu depremlerde varlığını duymadık ama Başkanı Kerem Kınık “yıkılan binaların tamamına ulaştık” diye konuştu. Kızılay’ın uzun bir süre ortaya çıkmaması sizce de tuhaf değil mi?

Tabii ki tuhaf, Kızılay ne zaman için var, bu tür durumlarda devreye girmek için var. Aslında Kızılay gibi bir kuruluşun faaliyetleri süreklidir, bu gibi durumlarda, özel durumlarda daha önceden hazırlanmış planlar üzerinde derhal, ilk gün faaliyete geçmeleri gerekir, ben haberleri takip etmeme rağmen bu tür bir faaliyetlerini görmedim doğrusu, bunun nedenlerini de bilmiyorum.

■ Antakya’da bulunanlardan özellikle ilk 3 gün aldığım haberlerde “Her göçükten ses geliyor, kurtaracak kimse yok” dediler. İnsanlar ağlayarak ailelerinin bulunduğu göçüklerde beklediler, bekliyorlar. Dünyanın en uzak köşelerindeki ülkelerinden kurtarma ekipleri geldi, göçüklere girdiler ama kendi devletimiz, ordumuz ortada yoktu.

Başka ülkelerden gelenler sırf bu amaçla, afetlerde can kurtarmak üzere eğitilmiş ve çok deneyimleri olan ekiplerdir genellikle fakat bu konudaki endişem şu; gelen ekipleri karşılamak ve memnuniyet belirtmek iyi ancak bu ekiplerin de önceden planlanmış, uzmanlıklarına göre ne tür hizmetler sunacakları, onlardan ne beklendiği konusunda da ayrıntılı bir planlamanın yapılmış olması gerekir, bu konuda gördüğüm şey; dil bilen birilerinin arandığıydı. Bu konuda da böyle bir ekibin, kaynağın olmadığını, yabancı dilde eğitim veren üniversitelerle önceden bir hazırlık içine girilmediğine dair bir izlenim ortaya çıkıyor. Bizde de bu konuda ekipler var ama yeterli değil, orduda da bu konuda yetiştirilmiş ekipler var. Burada yine şu soruya geliyoruz; neden ordudan daha geniş bir şekilde katkı beklenmedi, sözünü ettiğim özel yetiştirilmiş ekipler –köpekler dahil olmak üzere- neden en kısa zamanda devreye sokulmadı, bu sorunun cevabını bilmiyoruz.

■ En başta deprem veya bir başka büyük afet yaşanan şehirlere kimlerin gelebileceğini belirlemek lazım, kaos oluyor demiştiniz, deprem uzmanları Antakya ve Adana’da deprem riski yine var diyor, bundan sonra ne yapılmalı?

İlk 48 saat içinde eğitilmiş ve bilinç sahibi insanların önce kendilerini kurtarmaya çalışmalarına, ailelerini, kendi apartmanlarında yaşayanları, komşularını kurtarmaya çalışmalarına, kendilerinden böyle bir şey beklenildiğine hazırlıklı olmak gerekir. Çünkü ekiplerin gelmeleri, organizasyon zaman alır. Bütün bu zaman içinde en tehlikeli 2 şey vardır; bunlardan biri herkesin telefonlarına sarılması, zaten zayıf olan linkler varsa iletişimi tümüyle durdurabilir.

■ Tabii bunu engellemek de imkansız. Herkes ailesini kurtarmak için feryat figan koşturuyor.

Öyle ama buna göre bir ön teknik hazırlık yapmak gerekir. İkincisi, ulaşım meselesidir, insanların haklı olarak ilk tepkilerinden biri de arabalarına atlayıp veya belirli vasıtalarla bir an evvel yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeyi bertaraf etmek, kurtarmak için seyahat etme güdüsü olacaktır. Bu yoğun bir şekilde yapıldığı takdirde telefonla çağrılmaları da çok zorlaşmış olan kurtarma araçlarının, servis araçlarının kritik yerlere yardım götürmek ve kurtarma çalışması yapmak üzere girmeleri engellenir, çoğu zaman olduğu gibi itfaiyenin, ambulansların girmesi engellenir, bunu vatandaşlara hatırlatmak her ne kadar olumlu ise de bunun da hesabını yaparak tedbiri önceden alınmalıdır, yani güvenlik güçlerinin trafik açısından da hangi vasıtalar ilk kritik günlerde deprem bölgesine girebilir, hangilerini sokmamak gerekir bunlara hazırlıklı olması sağlanmalıdır, burada ilk 48 saatte böyle bir hazırlığın olmadığı anlaşılıyor. Görebildiğim kadarıyla bazı kentlerde giriş ve çıkışlar daha sonra kontrol altına alınabilmiş ama dediğim gibi en kritik olan ilk 2 gündür. Hangi araçların deprem bölgesine gireceği ve hangi eğitimli personelin kurtarma çalışmalarına katılacağı sağlanmışsa bu kez kaos olmaması için iyi niyetle yardıma kalkışan vatandaşların, itiş kakış içinde birilerini enkaz altından çekiştirmeye çalışmasının engellenmesi gerekir. Kolluk kuvvetlerinin orada bir kordon oluşturarak bu gibi olayları bir disiplin altına alması şarttır, bunların engellenmesi lazım.

KOLLUK KUVVETLERİNİN ETKİN ŞEKİLDE KULLANILMADIĞI ANLAŞILIYOR! 

■ Kolluk kuvvetinin kordon oluşturması diyorsunuz ama insanlar orada “yardım edecek kimse yok, bizi yalnız bıraktılar” diye bağırıyor.

Kolluk kuvveti yok derken son yıllarda iç güvenlik olarak nitelendirilecek olan çeyrek milyondan fazla görevli var, kesin sayılarını bilmiyorum ama çarşı ve mahalle bekçileri ile diğer görevliler var, eskisinden çok daha büyük sayıda bunlar.

■ 260 bin kişilik kolluk kuvveti kullanılmış olsa insanlar bu kadar çaresizce yardım bekler miydi sizce? 

Ben rakamlara bakarak bir mantık yürütmeye çalışıyorum ama ilk günün izlenimlerini televizyonlardan ve hatta yurt dışındaki televizyonlardan takip ettiğim kadarıyla bunların etkin şekilde kullanılmadığı veya çok sınırlı olduğu anlaşılıyor.

■ Deprem, sel gibi büyük afetlere hazırlık derken, kamu binalarının bile dere yataklarına yapılması, ormanlara ve her boş alana denetimsizce, acele verilmiş izinlerle beton yığınları dikilmesi sonunda bu betonların insanları yutmasına neden oluyor. Devlet dikkat etmediği için çürük binalar un gibi dağılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Değindiğiniz konu son derece önemli, bunlar ciddi kamusal sorumluluklar. Kriz yönetimi safhasına gelmeden yapılması gereken şeyler var, planlama var, binaların güvenliği meselesi var. 1999 depreminden sonra yasalarda değişiklikler oldu, standartlar değiştirildi ve en azından kağıt üzerinde daha ciddi bir hale getirildi. Bunun ötesinde de “binaların deprem yönetmeliğine uygun olarak yapılıp yapılmadığını” kontrol etmesi gereken veya öngörülen mekanizmalar kuruldu. Sizin haklı olarak işaret ettiğiniz konulara baştan itibaren sorunlu olması ve ciddiye alınmaması, özellikle Karadeniz bölgesi ve benzer bölgelerde bunları görüyoruz, hiç inşaat yapılmaması gereken yerlere binalar yapılıyor, bir süre sonra “asacağız, keseceğiz, yıkacağız” dendikten sonra göstermelik birkaç bina yıkılıyor, sonra affa giriyor. İnsanlar da devletin 2-3 sene sonra paraya ihtiyacı olacağını veya bu işin ciddiye alınmayacağını bildikleri için istedikleri yere bina inşa etmekte sakınca görmüyorlar.

Bununla ilgili olarak “fay hatları” konusunda Türkiye’de çok ciddi çalışmalar yapıldı, Türkiye’nin ayrıntılı fay haritaları var, hatta ilgi duyan vatandaşlar “evinin ne kadar yakınından fay hattının geçtiğini” öğrenebiliyor. Hal böyleyken kenti planlamakla yükümlü olan otoritelerin bunu ciddiye almamaları ve bütün bunlara rağmen bina yapılmaması gereken yerlere inşaat ruhsatı vermeleri veya hangi tedbirler alındıktan sonra yapılabileceğine dair sınırlılıkların getirilmemesi sonunda felaketler yaşanıyor. İstanbul’da ilk ciddi depremde anında yıkılabilecek olan yüz binlerce yapı var, bazı belediyeler kentsel dönüşüm altında bazı tedbirler aldılar, en azından kağıt üzerinde eskisinden daha sağlam olmaları sağlanmış gibi gözüküyor ama birçoğunda bu da yok. Ancak bütün bu safhalar ciddiye alındıktan sonra sözünü ettiğimiz kriz yönetimine iş geliyor.

Şu anda olan oldu. Binlerce kaybımız var, hiç değilse şehirler yapılırken bugüne kadar tüm ülkeye yıkım yaşatan yanlışların artık yapılmaması yanında milyonlarca metreküplük enkazın nereye taşınacağı, insanların afetlerde kayıplarını nereye gömeceği gibi konuların planlanması gerekiyor.