Değerli okurlarım,

İYİ Parti’nin önde gelen isimlerinden, deneyimli siyasetçi Dr. Aytun Çıray ile bu köşe için yaptığımız söyleşilerde, ülke sorunlarıyla ilgili olarak ufuk açıcı bilgiler paylaşmaya ve isabetli tespitlerde bulunmaya çalıştık.

Ancak bu defaki söyleşimiz, maalesef ülke olarak tarihimizin en büyük felaketine dönüşen deprem sonrasına denk geldi. Kahramanmaraş merkezli 2 çok büyük depremde resmi rakamlara göre 50 binden fazla vatandaşımızı kaybettik; yüz binlerce yaralımız var.

Seçim tarihi 14 Mayıs olarak kesinleşip, takvim de işlemeye başladığına göre; seçim ve deprem konularını daha sakin bir yaklaşımla değerlendirilebiliriz sanırım. O nedenle bugünkü söyleşimize “Sayın Çıray, seçimlerin ertelenmesi gerektiğini hiç düşündünüz mü veya ertelenme fikrini savunanlara belli bir ölçüde hak verdiniz mi?” sorusuyla başlıyorum.

★★★

AYTUN ÇIRAY (A.Ç.): Sayın Dündar, 6 Şubat 2023’te tarihimizin belki de en travmatik felaketini yaşadık. Depremde bir milyondan fazla binanın hasar aldığını, bunlardan 301 bininin çok ağır hasarlı olduğunu biliyoruz. Gerçi siz ciddi gazetecilik anlayışınızla AFAD’ın verdiği resmi can kaybı sayılarını esas alıyor, 50 binden fazla vatandaşımızın hayatını kaybettiğini söylüyorsunuz. Ancak felaket bölgesinde depremden bu yana 300 binden fazla cep telefonundan hiç sinyal alınamadığı, 185 bini aşkın kredi kartının ise hiç kullanılmadığı belirtiliyor. Sadece bu veriler dahi, can kayıplarımızın maalesef açıklanan resmi rakamların çok ama çok üzerinde olduğunu ortaya koyuyor.

DEPREMZEDELER OYLARIYLA YAŞATILAN FELAKETİN HESABINI SORACAKLAR

 UĞUR DÜNDAR (U.D.): Pandemideki kayıplarımız için de, “Açıklananlar gerçek rakamlar değil” demiştiniz...

(A.Ç.): Doğru. TÜİK, pandemideki vefat istatistiklerini tam iki yıl sonra açıkladı ve ölenlerin sayısına 200 bin kişi daha ilave edildi. Şimdi de benzer bir durumu yaşıyoruz. Bu kez de felakette yitirdiğimiz insanlarımızın gerçek sayısı adeta örtbas ediliyor. Kısaca sadece hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısının akla havsalaya sığmayan çokluğu dahi, insanın aklına “Acaba 14 Mayıs seçim için doğru bir tarih mi?” sorusunu gayri ihtiyari düşündürüyor. Buna bir de bugün sayıları neredeyse 5 milyona yaklaşan depremzede göçünü ve bunun ortaya çıkaracağı besbelli olan seçim güvenliğini sorunlarını ekleyin.

(U.D.): Bu değerlendirmenizden esasen seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılmasını uygun bulmadığınız sonucunu çıkarabilir miyiz? Ki bu düşünceyi Bülent Arınç da bir tweetle dile getirmişti.

(A.Ç.): Hayır, bu sonucun çıkarılması doğru olmaz. Hele hele Arınç’ı malum niyetleri ve amaçlarıyla hiçbir benzerlik kurulamaz. Sayın Meral Akşener’e göre; seçimler 18 Haziran’da olmalıydı. Ama ortada bir dilemma vardı.

(U.D.): Nasıl bir dilemma?

(A.Ç.): İşte oraya geliyorum. Bakın depremin üzerinden 50 gün geçti. İstatistiki olarak yıkımlara baktığımızda gerçek can kaybının 50 binin çok üzerinde olduğunu anlıyorsunuz. Bu sayılara her biri psikolojik ve fiziki yardım isteyen yüz binlerce yaralıyı, organ kayıplarıyla engelli hale gelmiş on binlerce insanı ve hayatlarını sürdürmek için şehirlerini terk eden 5 milyona yaklaşan deprem göçmenlerini ilave edelim. Depremzedeler oylarıyla hesap soracaklar. Onlar için oy kullanmak, kelimenin tam anlamıyla bir hayat memat meselesi. Onların bu en temel vatandaşlık haklarını kullanmaları için gerekli koşulları mutlaka sağlamamız gerekmiyor mu?

YSK’NIN GÜVEN KARNESİNDEKİ NOTU SIFIR!

(U.D.): Ama Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ‘Sağlarız’ demedi mi?

(A.Ç.): YSK’nın güven karnesindeki notu sıfır. Bir de 12 Eylül 2010 referandumunda ‘Ölüleri mezarlarından kaldırın, oy kullansınlar’ diyen bir hıyanet zihniyetinden feyz almış bir iktidar var. Şimdi depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımızın gerçek sayısını olduğundan çok düşük göstermekte hiçbir ahlaki ve vicdani beis görmeyen bu zihniyetin, bunu tam bir vicdani ve ahlaki çarpıklığa saparak başka bir tür ‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’ kirli oyunun parçası yapmayacağından nasıl emin olabiliriz?

(U.D.): Sizin seçim tarihi hakkındaki kararınızı ne belirledi?

(A.D.): Sayın Dündar, deprem faktörünün akla bile gelmediği bir dönemde sizinle yaptığımız söyleşide “Sayın Akşener korkmuyor. Ama gelin Meclis’te seçimleri 14 Mayıs’a alalım ve Sayın Erdoğan anayasal meşruiyeti zorlamadan aday olsun“ demiştim. Bu defa zorlayıcı sebepler bizi 14 Mayıs’a getirdi. Yani Sayın Akşener deprem bölgesini gidince gördü ki, devlet de bir çeşit enkaza dönüştürülmüş ve milletin acılarını dindirmek için olabilecek en kısa zamanda devleti devralmak lazım.

AK PARTİ DEVLETİ CANLARIMIZLA BİRLİKTE ENKAZIN ALTINDA KALDI

(U.D.): O acı verici tabloyu ben de yerinde gördüm ve canımın bu kadar yandığı bir olayla karşılaşmadığımı söyleyebilirim.

(A.Ç.): Uğur Bey, enkazların altında yardım çığlıkları atan, ‘Yukarıda kimse var mı!’ diye seslenen on binlerce canımız eriyen bir mumun alevi gibi tükenerek söndüler. AK Parti devleti kurtaramadığı canlarımızla birlikte enkazın altında kaldı.

(U.D.): Sayın Cumhurbaşkanı bunu “kader” olarak yorumladı. Sizin de inançlı bir insan olduğunuzu sohbetlerimizden biliyorum. Sizce de kader mi?

(A.Ç.): Hayır! Kesinlikle hayır! Milletimiz için bedeli on binlerce canla ödenen bu feci, içler acısı durum, bir kötülük iktidarının yıkım projesinin kaçınılmaz sonucudur. Başımıza bu daimi tek adam rejiminde gelen sosyal, ekonomik ve siyasi kötülüklerin hiçbiri tesadüf değil. Kader planı hiç değil. Bunların neredeyse tamamı, radikal fanatik açgözlü ve doymak bilmez bir zihniyetin kullandığı araç ve metotların kaçınılmaz neticesidir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni bir devlet olarak tüm kurumsal yapısıyla çöküşe götüren bu sürecin aşamalarını iç-dış politikalarında gördük. Tespit ve uyarılarımızı yaptık.

(U.D.): Mesela...

(A.Ç.): Mesela rahmetli Denktaş’ın Kıbrıs’ta tamamen etkisizleştirilmesinde... Mesela Habur’da PKK teröristlerinin ayağına çadır mahkemesi getirilmesinde... Güneydoğu’da hendekler açılıp askeri karakollarımızın önünden terörist kafileleri geçirilirken askerlerimize görmezden gelin emrinin verilmesinde...

Mesela FETÖ’nün yargıyı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini ifsat edecek nüfuzuna göz yumulmasında... “Yetmez ama evet” referandumunda... Allah’ın lütfu sayılan kanlı hıyanetin tüm karanlığını aydınlatmaya çalıştığımız FETÖ Darbesini Araştırma ve Aydınlatma Komisyonunda... Bir zorbalık rejiminin sözde anayasal zemini olmaktan başka bir amacı yok diye karşı çıkılmasını istediği 16 Nisan 2017 Referandumunda... Genel Başkanımız Meral Akşener’in liderliğinde Türk Milletinin önüne çağa-dünyaya-hayata açık bütün medeni değerlerle donatılmış bir adalet, milliyetçilik ve kalkınmacılık davasını temsil eden İYİ Parti’nin kuruluş sürecinde...

(U.D.): Sadece uyarmak yeterli bir muhalefet olarak değerlendirilebilir mi?

(A.Ç.): Haklısınız. Bu nedenle sadece uyarmakla yetinmedik Sayın Dündar. Önce 2018’de CHP ile Millet İttifakı’nı kurduk. Yaklaşık 65 milletvekilinin Cumhur İttifakı’na gitmesi halinde olabilecek totaliter yeni anayasayı önledik. Ardında da yerel seçimlerde ittifak ortağımız CHP’yle birlikte İstanbul ve Ankara’yı kazandık. Fakat biz bunları yaparken AKP zihniyeti yıkım projesini adım adım ilerletmeye devam etti. Ancak deprem, “dava” dedikleri şeyin adeta devletin yıkımı olduğunu, olabilecek en acı verici bir şekilde ortaya koydu. Bu bakış açısıyla ben depremin kader faktörünü farklı değerlendiriyorum.

AK PARTİ YÜZÜNDEN ASRIN FELAKETİNE DÖNÜŞEN AFET MİLLETİ UYANDIRDI

(U.D.): Nasıl bir değerlendirme?

(A.Ç.): Tıpkı bireyler gibi, milletlerin ve toplumların da gerçeklere uyanmalarını sağlayan, bunu tetikleyen özel veya tarihsel anlar ve olaylar vardır. Türk Milleti olarak biz aslında 2015’den bu yana birçok hadise yaşadık, bir dizi badire atlattık. Ama yukarıda saydığım kötülük yönetiminin unsurları milletimizi alarma geçiremedi. Ne zaman Allah’ın afeti, kötülük yönetimi yüzünden insanım diyen hiçbir kişinin istemeyeceği asrın felaketine dönüştü o zaman sarsılarak uyanıldı. Afetleri felaketlere dönüştüren bu kötülük yönetiminin ve tek adam sisteminin, olağanüstü şiddetteki depremleri çarpan etkisiyle yüzyılın felaketi haline getiren temel faktörler olduğu görüldü.
(U.D.): Yani...

(A.Ç.): Yani, deprem sonrasındaki korkunç organizasyonsuzluk ve koordine yokluğunun birinci derece sorumlusu bu tek adam zihniyetidir. Sorun şu ki; bu zihniyet sorumluluğu kendisiyle ilişkili olmayanlara atamıyorsa, hep yapageldiği gibi “kader planı” üzerinden haşa Allah’a atar. Sayın Akşener, Kocaeli bağlamında 1999 Marmara Depreminde hükümet yetkililerinin, iktidar veya muhalefet tüm partilerinden milletvekillerinin, yüksek idari ve askeri bürokratların nasıl uyumlu ve koordineli bir çalışma yürüttüğünü örnek olarak verirken, son yaşadığımız depremdeki eksik olan şeylerin bu olduğunu belirtmek istemiştir. Ancak örnekteki mesajın alınması maalesef mümkün değildi. Çünkü bu sözler alıcısı tarafından asla kabul edilmeyecek bir mektup gibidir.  İşte bütün bu nedenler seçimlerin olabilecek en yakın tarihte yapılmasını elzem kılan bir faktördü.

(U.D.): Ancak 18 Haziran yerine 14 Mayıs tarihini Sayın Cumhurbaşkanı da istedi. Acaba neden?
(A.Ç.): Bunun için birçok sebep sıralanabilir. ‘Çok sakin, demek bir biçimde kazanacağına güveniyor’ diyenler dahi var. Onlara bu türden bir kibrin oluşturduğu zihniyetin gerçeklikle ilişkisini tamamen değiştirdiğini söylemekle yetineceğim.

(U.D.): Bu durumda Millet İttifak’ı daha da önem kazanmıyor mu?

(A.Ç.): Tabii ki... O nedenle Sayın Akşener’in Millet İttifakı’nı bırakın dağıtmayı, cumhurbaşkanlığını kazanmak için ağır saldırıları göze alarak “kazanacak ekibi” oluşturmak istemesinin nedeni budur. Bakın şimdi tahkim edilmiş adaylıkla Sayın Kılıçdaroğlu’nun oyları artmaktadır. Bu durumun neden ortaya çıktığı tartışmasını seçim sonrasına bıraktık. Ama üç yıldır bu iki belediye başkanımızı anketlere koyan biz değiliz, anketlerde açık ara birinci yapan da biz değiliz. Ancak Sayın Akşener ‘Bu dinamikten yararlanalım’ dediğinde ayağa kalkanlar, üç yıldır neredeymişler, onun analizini de seçim sonrasında yapmalıyız. Şimdi amacımız yıkım projesine nihai noktayı koymaktır.

İYİ PARTİ’Yİ KÜÇÜLTMEYE ÇALIŞANLAR TARİHİ YANILGI İÇİNDELER

(U.D.): 2018’de Millet İttifakı’nın kuruluş müzakereleri ve bildirisinin yazılmasında partiniz sizi görevlendirmişti. İttifak’ın asıl amacı neydi?

(A.Ç.): Millet İttifakı’nın varlık nedeni, mutlak güçler ayrılığına dayalı güçlendirilmiş parlamenter sitemi kurmak ve hukuk devletini yeniden inşa etmektir. Bu amaca ulaşmak için sadece cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak yetmez. Aynı zamanda 360 milletvekili kazanmalıyız. O nedenle Sayın Akşener ve İYİ Parti’yi eleştiri sınırlarını aşarak hakarete maruz bırakanlar, onu küçültmeye çalışanlar tarihi bir yanılgı içindedirler. Millet İttifakı’nın çeperindeki ideolojik takıntıların içinde olanlar, tarihi bir uyanışı yaşayan milletimizi kuşkuya düşürüyorlar. Yani dile getirilen eleştirilerin ve itirazların neredeyse tamamı, Meclis yeniden tarihi anlamına yaraşır bir noktaya getirdikten sonra tartışılması gereken meseleler. Öncelikleri karıştırmasak belki de ülkemize yapabileceğimiz en büyük iyiliği yapmış oluruz diye düşünüyorum. Tarihin bizi haklı çıkaracağına da kesinlikle inanıyorum.