“Topkapı Sarayı’nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm. Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım. Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi. Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi. Yeni geleni elinden, (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar. Sonra uçup gittiler. Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar. Yuva bir kaç gün içinde kuruldu. Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu. Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı. Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp, hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim.

★★★

Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı’na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay, “Hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun?” diye sordu. “Ben halden anlarım. Bir kumru arkadaşım sevgilisine, ‘Ben seni saraylarda yaşatacağım’ diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı?” dedim.​

“Hocam ne olur göster şu yuvayı bana” dedi ve kapıdan odadaki yuvanın fotoğrafını çekti.

★★★

Ertesi gün beni Ankara’dan arayan arayana...​

“Derhal makam odası açılsın, kumruların yuvası dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin” dediler. Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikayesini...​

Hemen aradım, “Üstad sen ne yaptın!” dedim.​

“Hocam bu kadar güzel malzeme bulunur da yazılmaz mı Allah aşkına!” dedi.​

“Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı” diye ilave etti.​

“Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende!” diye cevap verdim.

★★★

Şimdi ne yapacaktım? Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini korumaya mı çalışacaktım, yoksa odayı kullanıma açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım?

Bir şekilde ya ben makamımı, ya da o kumrular makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi.

★★★

Akşama kadar bakanlıktan beni aramayan kalmadı... “En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim” diye düşündüm ve “Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz” dedim.

Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim, yuva yerinde duruyordu ama kumrular yoktu.

Yuva yerinde durmasa, “Birisi kuşları ürküttü, kovaladı” diyecektim. Halbuki yuva yerli yerinde duruyordu. Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi.​

Bir daha da hiç gelmediler!..

Ben daha sonra Topkapı Sarayı’ndan “Müsteşar ve Bakan Yardımcısı” olarak Ankara’ya gittim. “Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın” diyenlerin ise hiçbirisi bakanlıkta makamlarında kalamamıştı!..”

★★★

Kültür Bakanlığı’nda önemli makamlarda bulunan merhum Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’un Topkapı Sarayı Müzesi’nde müdürlük yaparken yaşadığı bu çok etkileyici olayı bugün size anlatmamın nedenine gelince...

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin oylanacağı kader seçimine giderken, gün geçmiyor ki “kötü” bir olay yaşamayalım.

Kötü sözler, kırıcı söylemler, mesnedi olmayan ağır suçlamalar, hatta tehditler birbirini kovalıyor.

Kanımca böylesine kritik durumlarda yapılması gereken şudur:

“Kötülüğe kötülükle karşılık vermemek, tam tersine sevgi dolu ve vicdanlı olmak, kendimize güvenmek ve asla pes etmeden kazanmak için uğraşmak!..”

Yeter ki en yenilmiş hissettiğimiz anlarda bile başarının, uzanıp tutabileceğimiz kadar yakınımızda olduğunu unutmayalım...