İçişleri bakanımız izah etti, “1923’ten itibaren tek parti iktidarında milletin Kuran-ı Kerim okumasının yasak olduğunu” söyledi.



Değerli gençler, siz o kasvetli günleri bilmezsiniz...

Cumhuriyet ilan edilir edilmez, camiler ibadete kapatılmıştı.

Hepsi ahır yapılmıştı.

Gözyaşları içinde gizli gizli abdest almaya çalışanlar, belden üstleri çıplak, deri pantolonlular tarafından kahkahalarla kırbaçlanıyordu, başörtülü bacılarımızın başörtüsüne bira döküyorlardı.

Cenaze namazı bile yasaktı.

Bu cehape zihniyeti musalla başında vals yapıyordu.

Ezana tahammül edemiyorlardı, yeni doğan bebeklerin kulağına mesela, arya okuyorlardı.

Çocuklarımıza Mehmet, Hasan, Ayşe, Fatma gibi isimler koymak suçtu, çocuklarımıza Federico, Gilbert, Emily, Clara gibi isimler veriliyordu.

Oruç tutanlar zindana atılıyordu.

Ramazanlarda Noel babanın elini öpüyorlardı.

Kandillerde balkabağının içine mum yakıp, cadılar bayramını kutluyorlardı.

Kurban bayramında boğa güreşleri tertipleniyordu.

Hacca gitmek yasaklanmıştı, hacca gitmek isteyenler zorla Rio karnavalına gönderiliyor, rengarenk bikiniler giydiriliyor, samba yaptırılıyordu.

İmam hatip liseleri yasaktı, illa din adamı olmak istiyorsan, Heybeliada ruhban okuluna gidip, papaz oluyordun.

O zamanlar şimdiki gibi tarikat yurtları açılmamıştı, zavallı öğrencilerimiz rahibelerin nezaretinde manastırlarda barınıyorlardı.

Atatürk döneminde diyanet işleri başkanlığımız yoktu, din’le ilgili kurumlarımız Vatikan’a bağlıydı, İsmet İnönü döneminde din işlerimiz Vatikan’dan alınıp, Fener Rum patrikhanesi’ne bağlanmıştı.

Üniversiteye sadece kaymak tabakanın, seçkin zümrelerin çocukları gidebiliyordu, Anadolu çocukları üniversiteyi boşver, liseye bile alınmazlardı, Nobel ödüllü profesör Aziz Sancar mesela, Anadolu çocuğu olarak Türkiye’de okula alınmadığı için, liseyi Katar’da, üniversiteyi Suudi Arabistan’da okumuştu.

Anadolu’nun bağrından çıkmış başbakanlarımız yoktu, genellikle Saksonyalı, Edinburghlu veya Habsburgluydular.

Dindar cumhurbaşkanımız yoktu, hepsi putperestti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi yoktu, lordlar kamarası vardı, milletvekillerimiz lord, kont, dük, markiz, düşes’ti.

Cumhuriyet ilan edilince, İstanbul’un adını Konstantinopolis olarak değiştirmişlerdi, cehape zihniyetinin belediye başkanları Bizans tekfuruydu, il başkanları Malta şövalyesiydi.



Padişahımız efendimiz Vahdettin döneminde dolar 1.3 liraydı, tek parti döneminde 19 liraya fırladı.

Osmanlı’da mazot 1.5 liraydı, Cumhuriyet yüzünden 24 liraya çıktı.

Zat-ı şahanemiz Abdülhamid hazretlerimiz sayesinde kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik, cehape saman ithal etti.

Cehape zihniyeti memlekette ne banka bıraktı, ne fabrika, ne liman, ne maden, alayını yabancılara peşkeş çekti, topraklarımızı bile elaleme sattı.

İsmet İnönü özellikle, dünyanın en müsrif cumhurbaşkanıydı, durup dururken kendisine 1.150 küsur odalı saray yaptırdı, acayip paralara makam uçakları aldı, ejder meyveli smoothie içiyordu.



Tek parti döneminde “liyakat” yoktu, “biat” vardı.

Tek parti döneminin içişleri bakanları mesela, hepsi Kuvvacı’ydı, işgale direnen yeraltı istihbarat teşkilatlarımız Mim Mim Grubu’nda, Felah Grubu’nda, Hazreti Hamza’nın cesaretinden ilham alan Hamza Grubu’nda kelle koltuk faaliyet göstermişlerdi, Kurtuluş Savaşı’na bizzat katılmışlar, bizzat vuruşmuşlardı, kimi kolundan vuruldu, kimi böğrüne kurşun yedi, gaziydiler, İstiklal Madalyası sahibiydiler.

Şimdi çok şükür ki, liyakat var...

“Ben içişleri bakanlığıyla ilgili herhangi bir şey biliyorum desem, yanlış olur, çünkü ben ömrüm boyunca bir tane güvenlik makalesi bile okumamış biriyim” diyen kişi, içişleri bakanımız!



Değerli gençler, gördüğünüz gibi feci bir dönemdi, tek parti dönemi.

Tek iyi tarafı vardı.

Tek tük üfürükçüye rastlanıyordu ama, hiç bu kadar din tüccarı yoktu!