Geçen salı bu köşede “AKP: Sil baştan yeni Anayasa... Beştepe: İlk dört madde değişmez” başlıklı yazımı okudunuz.

Özetle dedim ki:

“Şimdi sizlerle geçen hafta yaşanan ancak gündemde fazlaca yer almayan bir iç tartışmayı paylaşacağım. ‘İç tartışma’ derken Beştepe-AKP Genel Merkezi arasında yaşanan satır arası ‘mesajlar’ diyorum. 19 Ağustos’ta Anadolu Ajansı’nda bir demeç okudum. AKP Genel Başkan Yardımcısı hukukçu Hayati Yazıcı, partilerinin yeni anayasa çalıştayı düzenleneceğini duyurdu ve uzun uzun ‘darbe anayasasından kurtulmak’ gerektiğini şöyle anlattı: (A’dan Z’ye yeni bir anayasa yapma arzumuzu siyasi partilerle, kamuoyuyla paylaşıyoruz. Baştan sona, birinci maddeden son maddesine kadar bir anayasa yapıyorsanız, bu anayasa yapma hakkını kendinde bulunduran aziz milletin onayından mutlaka geçmesi gerekir.) Burada tartışılması gereken Anayasa’nın ilk dört maddesi ve “başlangıcı”. AKP Genel Merkezi’nin fikri “ilk dört maddenin” değiştirilmesi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’dan bir gün sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum sosyal medya hesabından bir açıklama yaptı ve ‘Olağan gündemimiz yeni Anayasa’ dedi: (Elbette yeni bir anayasa hedeflense de sıfırdan, sil baştan bir kurgu olmayacağı tüm toplumda genel kabul görüyor... Bunlara ilişkin değiştirilmezlik ilkesini içeren bir anayasa (yani ilk dört madde) milletimizin vazgeçilmezidir. Burada net ifade şu: İlk dört madde değişmeyecek!) Beştepe’nin AKP Genel Merkezi’ne yanıtı da burada.

Bu yazımın ardından AKP ve Beştepe’yi yakından bilen bir isim beni aradı ve “Bu yazından sonra AK Parti içindeki statükocular sana tavır alır” diye konuştu. Anlamadım ve açmasını istedim. O da kendisinin de durduğu yeri anlattı ve 2024 yerel seçimlerinden sonra parti içinde yaşananları kendi perspektifinden anlattı:

“AKP içinde bir yönetim eliti statükoyu korumak istiyor. Görmedikleri şu: Dünya artık eski dünya değil. Hızlıca değişiyor. Orta Doğu’nun, Avrasya’nın geldiği durum artık ülkelerin mecburen statükolarını dağıttırmak durumunda bırakıyor. Türkiye bu değişim içinde.”

Araya girdim ve sordum:

“AKP içinde statükoyu koruyanları kim/ler olarak değerlendiriyorsunuz?”

Yanıta bakalım: 

“Özellikle 2023 genel seçimlerinden sonra göreve gelen, parti içinde ve hükümet içinde görev alanlardan bazıları, (Türkiye’nin durduğu nokta şüphesiz Batı tarafındadır. Batı’yla öyle veya böyle anlaşalım) diyenler. Diğer tarafta da (Dünya artık çok kutuplu. Güçlü devletler kurmuş milletler bölgesel güç olacaklar) diyor. Rusya, Çin, İran, Türkiye gibi ülkeler örneğin. İnönü’nün dediği gibi ‘Yeni bir dünya kurulur ve biz o dünyada yerimizi alırız’... Türkiye’nin durduğu nokta burası. Israrla AK Parti elitleri konforumuzu bozmayalım, ‘ne var yani herkesle anlaşabiliriz’ diyorlar. Ben Tayyip Erdoğan’ın böyle düşünmediğini biliyorum. O denge kurar, sonuçta dünyanın gidişatını görmemek gibi bir durumu yoktur. Güncelde Can Atalay konusunda, Anayasa konusunda ya da dış politika konusunda böyle bir çatışma yaşanıyor. Statükoyu savunanların bir arada olduğu yapı ısrarla dünyanın değişimini görmek istemiyor.”

Yine araya girdim ve sordum:

“Nasıl bir değişim var dünyada? AKP içinde yönetim eliti kimler? Siz neyi savunuyorsunuz?”

Verdiği yanıt AKP içindeki saflaşmayı anlatıyordu:

“Ben tam bağımsızlık Türkiye tarafındayım. Bağımsız bir refleksle hareket edilmesinden yanayım. İttifaklar kurulabilir. Rusya ile de Çin ile de ittifak yapılabilir. Kutuplar içinde tam bağımsız Türkiye. AK Parti içerisinde bir grup şu anda da aktüel etkinliği olan bir grup ısrarla Türkiye’nin Batı bloğunda durması gerektiğini düşünüyor. Şunun farkında değiller: Sermaye, insan gücü, hammadde Avrasya’ya kaydı. Ekonomik tablolar da bunu gösteriyor. Bunu görmek istemiyorlar. ‘Bu kadar büyük oyunun içinde biz kimiz ki? Gücümüz nedir ki?’ yaklaşımı var. Osmanlı’nın son dönemi gibi. Ne gereği var anlaşalım. Bizim gibilerse ‘Varız ve mücadele edeceğiz’ diyor.”

Bu cümleleri üzerinde dedim ki:

“Mehmet Şimşek’in izlediği neoliberal politikalarla nasıl olacak?”

“Ekonomi, onların düşündüğü mantıkla, global kurallara uyarak toparlanacak bir olay değil. Bir elinde başak bir elinde silah. Ekonomiler böyledir. Güçlüysen huzur gelir. Eko-politik hakim düzenin kurallarını uygulamak değildir. Uyguladık. Turgut Özal’dan bu yana uyguluyoruz. Ne oldu? Tam tersi noktaya gidildi, olabildiğince cari açık verdik. Özetle gördüğüm: Statükoyu korumak isteyenlerle değişim isteyen, tam bağımsızlık isteyen ekiplerin çatışması bunlar.”

SONUÇ: Dün Cumhuriyet Gazetesi’nde Mehmet Ali Güller’in yazısındaki son bölüm dikkat çekiciydi: “Türkiye, 21. yüzyılda tam bağımsız olacaksa, baron sopalarına maruz kalmak istemiyorsa ABD stratejilerine eklemlenen vassal ruhlu hükümetlerden kurtulmak ve yeniden devletçiliği yükseltip kamu-özel karma ekonomi sistemi uygulamak zorundadır.”