Sabah 07.41’de, siren çaldığında Kenji Tanaka hâlâ Fukuşima Dai-ni nükleer santralinin kontrol odasındaydı. Gürültü tanıdıktı, bastırılacak gibi de değildi. Tam 14 yıl önce, 11 Mart 2011’de, o aynı siren daha uzun, daha panik yüklü çalmıştı. O gün santral çökmüştü. Bugün ise, çökmesin diye her şey saniye saniye programlıydı.
“Erken uyarı: Şiddetli deprem. Büyüklük 8.7. Yaklaşan tsunami: 5 metre.”
Mesaj, kontrol ekranına düştü. Sistem otomatik moda geçti. Yedek jeneratör odası izole edildi, güç kaynakları kesildi, reaktör soğutma hatlarına acil mod verildi. Bunlar 2011’de yapılamayanlardı. O zamanlar jeneratörler yer seviyesindeydi. Tsunami hepsini boğmuştu. Şimdi 25 metre yüksekte, çelik duvarlarla örülüydüler.
Kenji, ana kumanda odasındaki duvar ekranında sismik grafiği izliyordu. Titreşimler hâlâ yüzeye ulaşmamıştı ama JMA’nın (Japonya Meteoroloji Ajansı) uyarı sistemi, 80 saniyelik bir avantaj sunmuştu. Santral o 80 saniyede otomatik kapanmaya geçti.
“Reaktör 2, acil soğutma hattına geçiş tamamlandı.”
Bu cümle, 2011’de duymayı en çok istedikleri cümleydi. Ama o yıl, sistemler deniz suyuyla boğulmuş, batarya yedekleri 8 saat dayanabilmiş, reaktör çekirdekleri erimişti.
Şimdi ise yedek batarya süresi 3 günden fazlaydı. Yeni tasarım, her reaktörün izole güç ve soğutma sistemine sahip olmasını zorunlu kıldı. Pasif havalandırma üniteleri, elektrik olmadan buharı tahliye edebiliyordu. Kısaca santral artık kendi başına da ayakta kalabiliyordu.
★★★
Tsunami radarları dalganın 4.7 metreyi bulacağını gösterdiğinde, Kenji’nin gözleri santralin doğu sınırındaki “yeni kuşatma hattına” kaydı. 2011’de eleştirilen, kıyıdan sadece 200 metre uzakta ve 10 metre yükseklikte olan eski dalgakıranlar artık yoktu. Yerine, kıyıdan 600 metre ileride 15 metre yüksekliğinde, eğimli beton yeni deniz duvarları örülmüştü. Kıyı koruma içinse sahile, tsunamiye dayanıklı ağaçlardan ormanlar dikilmişti. Kökler toprağı tutuyor, dalgayı yavaşlatıyordu.
★★★
Kenji’nin görevi manuel acil soğutma sistemini test edip devreden çıkmaktı. Elindeki sayaç 72 saniyeyi gösteriyordu.
Soğutma hattının bulunduğu koridor, birkaç yıl önce tamamen yeniden inşa edilmişti. Su basmayan, basınç dengeleyen, her kapısı vakumla kapanan bir tünel. O tünele girerken Kenji, sırtındaki çantasını yokladı. Oksijen tüpü, fener, maske ve kontrol şemaları vardı. 2011’de bu çantalar yoktu. Şimdi standarttı.
Valfi çevirdiğinde sistem bip bip diye onay sesi verdi. Geriye sadece çıkmak kalmıştı.
★★★
Tesisin dışına çıktığında, denizin kokusu daha sertti. Radarlara göre tsunaminin kıyıya varmasına 6 dakika kalmıştı.
Kenji’nin gözleri karşı yamaçtaki küçük kıyı kasabasına çevrildi: Iwami. O burada doğmuştu. 2011’de ailesi de buradaydı. O yılki dalga, sahili süpürmüş, istasyon binasını yerle bir etmişti. O zamandan beri kasaba değişmişti. Yalnızca binalar değil refleksler de değişmişti.
Kasabanın hemen arkasındaki yamaca, tsunamiye dayanıklı bir tahliye kulesi inşa edilmişti. Betonarme, üç katlı, eğimli rampalarla çıkan ve 750 kişilik bir sığınma kapasitesine sahipti. Uzay mekiğine benzeyen o kule, artık kasabanın en hayati yapısıydı.
Okullar tahliye edilmişti bile. Erken uyarı sistemi ile 2 saniyede merkezi sirenler, televizyon, radyo ve cep telefonu üzerinden halka uyarı iletiliyordu.
Öğrenciler, ellerinde 72 saatlik acil durum çantalarıyla öğretmenlerin öncülüğünde kuleye yürüyordu. Bu çantalarda su, bisküvi, ısı battaniyesi, düdük, ilk yardım malzemeleri vardı. Her çocuğun boynunda isimli kimlik kartı asılıydı, kaybolmaya karşı.
★★★
Radyo, “ilk dalga kıyıya ulaştı” dediğinde, Kenji hâlâ yüksek gözlem platformundaydı. Dalga beklediklerinden daha küçüktü ama 2011’de de ilk dalga 2 metreydi, üçüncü dalga 13 metre...
Yeni tsunami duvarı işe yaramıştı. Dalgayı kırmış, enerjisini emmiş, üstünden atlamasını önlemişti. Deniz birkaç dakika içinde geri çekildi. Yalnızca birkaç tekne sürüklendi, birkaç iskele su altında kaldı. Kasaba yerindeydi. Ve Kenji nefes alıyordu.
Sirensiz bir sessizlik geldi ardından.
Kenji kontrol merkezine geri döndüğünde saat 09.00 olmuştu. Ekranlarda yeşil ışıklar yanıyordu. Santral stabil, halk güvendeydi.
O gün evine döndü. Rutin bir gün gibi geçti hepsi.
Çünkü Japonlar felaket yaşandığında değil, yaşanmadan önce hazırlanmışlardı.
Çünkü onlar, 2011’de on binlerce can kaybettiklerinde “bir daha asla” demişti.
Bir daha aynı duvara çarpmamak için 14 yıl boyunca çalışmış, ölçmüş, kod yazmıştı.
★★★
Peki ya biz?
Biz her felaketi ilk kez yaşıyor gibi yaşıyoruz. Aynı çaresizlik, aynı sorumsuzluk, aynı sonuçsuzluk.
O kadar ki...
Dünyanın en gelişmiş teknoloji şirketi bile bizimle tanışınca afallıyor.
Google, 54 bin canımızı yitirdiğimiz 6 Şubat depremlerinde Android cihazlardaki erken uyarı sisteminin doğru şekilde çalışmadığını resmen açıkladı.
Milyonlarca kişi uyarılmadı.
Google’ı bile kendimize benzettik.
Onlar 80 saniyeye nükleer santral sığdırıyor.
Biz 80 yıla bir çadırı bile sığdıramıyoruz.