AKP’nin cumhuriyeti dönüştürme sürecinde önemli bir kavşağa geldik. Geride kalan 22 yılda cumhuriyetin kurumları kötürüm edildi. Kumpaslarla TSK’nın etkinliği kırıldı. Yargı kontrol altına alındı. Başlangıçta kendisini kontrol altına almaya çalışan MHP’yi zamanla kendisine benzetti. Kıymeti kendinden menkul birçok şahsiyeti de ustaca kendine bağladı. CHP’yi DEM’lenmekle suçlayanları etekleri altına topladı. Halkı sefalete sürükleyip iyice güç kaybedince ek bir baston olarak DEM’i seçti. Suriye’deki gelişmeler de son manevranın kamuflajı oldu.

Son manevrayı Bahçeli eliyle hayata geçiren/geçirmeye çalışan Erdoğan, diyalektik yasasının sonucu olarak kendi muhalefetini de doğurdu. Hiçbir hukuki görüş ve vicdani yaklaşımın benimsemeyeceği şekilde Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın tutuklanması, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun yanı sıra çeşitli partilerden vekillerin dayanışmacı tavrı her üç parti arasında esasen daha önce kurulması gereken bağın ilmiklerini attı.

Bu gelişme, üç partinin olası işbirliği, cumhuriyet için birliğin nüvesini oluşturacaktır ki bunun ana gayesi önce hukuk devletini yeniden tesis etmek ve parlamenter sisteme geçmek suretiyle demokrasiye doğru büyük adımı atmaktır. Parlamento dışında kalan ve Millet İttifakı çerçevesinde seçilen ve halen vekilliğini bağımsız ya da Yeni Yol adlı çatı parti içinde sürdüren çok sayıda parlamenterin en azından büyük çoğunluğunun bu ilkeler içinde hareket edeceklerini varsaymak yanlış olmayacaktır. Sivil toplum örgütlerinin desteğini de alacak bu birliğin yaratılması mecburiyeti vardır.

Kavga demokrasiyi hedefleyen üniter cumhuriyet paradigmasıyla federasyona yönelik ve otoriterliğe hatta keyfiliğe dayalı yeni paradigma arasındadır. Milletin içerde cepheleşmesinden hoşnut olmam mümkün değil ama artık ok yaydan çıkmıştır ve cumhuriyeti korumaktan ve yüceltmekten yana olanlar onu dönüştürmek isteyenlere karşı gardını almak zorundadır. Esasen bu konuda geç bile kalınmıştır. Mesele sadece Erdoğan’ın seçilmesine itiraz etmeye indirgenemez.

Son bir ay içinde yaşananlar Erdoğan’ın bir yandan DEM’i diğer yandan CHP’yi adeta döverek kendi koşullarını dikte etme arayışının yansımasıdır. Ergenekon operasyonları esnasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve partisi hedefe konmuştu; ikinci Ergenekon sürecinde hedefe Ümit Özdağ ve partisi konmuş durumdadır.

Toplumun sorunu, hemen hemen herkesin kendi mahallesine yapılan haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı çıkması; dışındakilere yapılan haksızlığa ve hukuksuzluğa sessiz kalması hatta sessiz kalarak onay vermesidir. Bu, toplumsal ahlaki çürümüşlüğe işaret etmektedir. Sevelim ya da sevmeyelim, beğenelim ya da beğenmeyelim; toplumun geniş çoğunluğu herkese karşı yapılan haksızlığa karşı çıkma olgunluğunu benimsemezse bırakalım demokrasiyi hukuk devleti bile vücut bulamaz.

Strateji güç geliştirme ve gücü belirlenen amaç doğrultusunda kullanma sanatının adıdır.

Amaç öncelikle hukuk devletini yeniden tesis etmek, devletin kurumlarını milletin bütününe hizmet edecek şekilde liyakate dayalı olarak yeniden yapılandırmak, gerçek demokrasiye ulaşmaktır.

Bunun aracı ise milletin geniş çoğunluğunu cumhuriyet için birlik doğrultusunda bir araya getirmektir. Arkası adım adım gelecektir.

Erdoğan, adeta Atatürk ile kavga ede ede cumhuriyetin kurumlarını kötürümleştirmiş, bunu yaparken kendi ideolojik bakışının dar sınırları içinde “Yurtta barış, dünyada barış!” eksenini; “Yurtta savaş, bölgede savaş!” mottosu haline getirmiştir.

Göçük altında kalanlar, otelde yanarak ya da boğularak can verenler, depremde zamanında kurtarılamayanlar, yoksulluğa mahkûm edilen emekliler ve asgari ücretliler, okuduğunu anlamayan nesiller, Diyanet’e, Yargı’ya hatta TSK’ya güvenmeyenler; onun bu yaklaşımının eseridir.

Haksızlığa uğrayanın yanında durarak ama esas olarak hukuk devletini ve demokrasiyi amaç olarak gören cumhuriyet paradigmasına sahip çıkan bir yaklaşımla bir araya gelinmelidir. Ancak bunun için eskimiş çamaşırları atmak gerekmektedir. Milliyetçiler, halkçılar, muhafazakârlar geçmişin zihinlerde yarattığı bariyerleri yıkarak bir araya gelmelidirler…

Bunun için korkuya yer yoktur. Roosevelt’in dediği gibi: Korkulacak tek şey, korkunun kendisidir.”

Büyük kavgalar büyük liderlerin ve büyük milletlerin işidir. İçinde bulunulan zor koşulların sınırları içinde kalarak ümitsizliğe teslim olunamaz. Yukarıda isimlerini saydığım ve sıfatlarını zikrettiğim şahsiyetleri büyük yapacak olan, bu meşru müdafaadaki/kavgadaki konumları ve rolleri olacaktır.

Vatanseverlere düşen, bu büyük birliğe katkı sunmaktır. Başka Türkiye yok…