“Araplar bizi arkadan hançerledi”, “Ermeniler ihanet etti”, “Kürtler ayaklandı”, “Şehitlerin kanı yerde kalmayacak”, “Öcalan, bebek katilidir” veya “TC, Kürt varlığını inkar ediyor”, “Asimilasyona hayır”, “Cumartesi anneleri, faili meçhulleri unutmadı” vb. onlarca basmakalıp ibare belleklere kazınmış durumda. Bunların hepsi doğrudur. Ama mutlak değil, izafi doğrudur. Olaylara karşı taraftan bakınca ortaya tam zıttı doğrular çıkabilir. Eğer süregiden bir kanlı ihtilafa çözüm aranıyorsa, kimin daha haklı olduğunu tartışmak kadar beyhude bir uğraş olamaz. Türkler ve Kürtler bağırlarına taş basıp bu “dilden” vazgeçmelidir. Hamas’ın yanlış hesabı yüzünden yaşanan Gazze felaketi ve HTŞ’nin (Suriye Özgürlük Cemiyeti) 61 yıllık Baas iktidarını devirmesi sonrasında, Ortadoğu’da sınırların adeta yeniden çizildiği günlerdeyiz. Bu toz duman içinde izlememiz gereken dış ve onunla bağlantılı iç politikada bir kılavuza ihtiyacımız var. Yol göstericimiz Atatürk’tür.
ŞEHİT ANALARINA SESLENİŞ
Birinci Dünya Savaşı’nda 20 bin kadar Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) askeri Gelibolu’ya gelir. Görevleri, yurdunu savunan Türkleri öldürüp ülkelerini işgal etmektir. Bu askerlerden 11 bin 430’u savaşırken ölür ve naaşları orada toprağa tevdi edilir. Bu olay Avustralya ve Yeni Zelanda’da derin bir travma yaratır. Halk, ölen askerlerin naaşlarını ülkelerine geri götürmek ister. Bu, uygulanması zor bir istektir. Ama Anzak anaları ağlamaktadır. “Kurtuluş Savaşı” bitmiştir. Atatürk, “kuruluş barışını” inşa etmeye odaklanmıştır. 1934’te Anzak analarına özetle şöyle seslenir: “Evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar da bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuştur.” Kin biter, sevgi başlar.
SİZ BİZİM MİSAFİRİMİZSİNİZ
Birinci Dünya Savaşı’nda, Yunanlar tarafsız kalmak istemiştir. İstiklal Harbi ise adeta Türk-Yunan savaşıdır. Bu, bir açıdan iç savaştır. Haziran 1919’dan beri süregiden çatışmalar Dumlupınar’da bitmiştir. Taraflar binlerce şehit vermiştir. 2 Eylül 1922’de mağlup Yunan Başkomutanı Trikopis, esir alınır. Ona ve diğer generallere geleneğe uygun olarak kılıçları iade edilir. Galip komutan Atatürk, bu törende binlerce Türkün ölümünden sorumlu Trikopis’e “Bu işte yenilmek de var, üzülmeyin. Şimdi siz bizim misafirimizsiniz” der. Çünkü sıra, Türklerin iyiliği için, Yunanın kalbini kazanmaya gelmiştir. Yunanlar, 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.
SİYASETTE SULH, FİYATLARDA İSTİKRAR
Yukarıdaki örnekler, Atatürk’ün dış düşmana karşı sergilediği tavrı göstermektedir. Kürt meselesine ve PKK vakasına pek uymaz. Ama alınacak dersler vardır. Teröristin amacı, bir toplumu dehşete düşürüp, ona isteğini dayatmaktır. Teröre maruz kalan devlet de “teröre, terörle karşılık verir”. Böylece terör sarmalı oluşur. Mao’un deyişiyle, bu sarmal, teröristlere içinde yaşayacakları “devlet düşmanı” bir bataklık ortamı sağlar. Terörle mücadelede ilk hedef bu bataklığı kurutmaktır. PKK’nın arkasında hem (kısmen de olsa) bir halk hem de yabancı güçler vardır. Bir yandan Trump’la diğer yandan DEM Parti ve Öcalan’la kurulacak diyalog yaşamsal öneme sahiptir. Son aşamada PKK ile görüşmek de kaçınılmaz bir zorunluluktur.
SON SÖZ: DİL DEĞİŞMEDEN, DÜŞÜNCE DEĞİŞMEZ
ELİM KAYBIMIZ
DEĞERLİ MESLEKTAŞIM DR. NEDİM TÜRKMEN’İ, EŞİ VE İKİ GÜZEL EVLADINI KARTALKAYA OTEL YANGINI FACİASINDA 79 CANLA BİRLİKTE KAYBETTİK. ÜZÜNTÜM DERİNDİR. ULUSUMUZUN BAŞI SAĞOLSUN.