Kıbrıs’a her ne kadar dış hatlardan seyahat ediliyor olsa da sadece kimlikle seyahat edebildiğimiz, ayrıca tüm harcamalarımızı Türk lirası ile yapabildiğimiz bir destinasyon. Kıbrıs gezimize başladığımız Lefkoşa ve sokakları çok önemli bir tarihe tanıklık etmiş ve bunun izlerini hala görebiliyorsunuz. Yeşil hattın çekildiği bölgenin tam karşısında, gözle görebildiğiniz kadar yakın Rum kesimi ve nöbet bekleyen Rum askeri, Birleşmiş Milletlerin barış sürecinde kullandığı gözetleme kulesi, 1974 yılında barış harekatı esnasında kurşunlanan bir bina bunlardan sadece birkaçı. Rehberimizin yolculuk boyunca anlattığı çok değerli bilgiler var, hayatını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine adayan kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın evinin önünden geçerken duygulanmamak mümkün değil. Lefkoşa’da 19. yüzyılda popülasyonun hızla artması halkın bir kısmının işsizlik ve maddi yetersizlikler sebebiyle evsiz kalmasına sebep olmuş. Rehberimiz bu nedenle toplu konut mantığı ile yapılan Samanbahçe evlerine bizi götürdüğünde tek tip ve birbirine bitişik nizam yapılmış, Kıbrıs kültürünü en iyi şekilde yansıtan bu evlerin önünde fotoğraf çektirip bu anı ölümsüzleştirdik. Aynı yol üzerinde bulunan Arapahmet mahallesi evleri de renkli kapılarıyla sizi büyüleyecek ve yeni bir fotoğraf için mutlaka durmanıza sebep olacak.   Lefkoşa’da bir sonraki durağımız Büyük Han, 1572 yılında inşa edilen, antikacıların, elişi ve hediyelik eşya dükkânlarının bulunduğu bu handa hem kahve molası verdik, hem de Kıbrıs’ın çok eski esnafları ile sohbet etme fırsatı bulduk. Birleşik Krallık zamanında esirlerin hapsedilmesi için inşa edilen sonrasında ise fakirler için barınak ve aşevine dönüşen muhteşem tarihi bir dokuda güzel havanın tadını çıkardık. Büyük Han’dan ayrılıp Kıbrıs’ın en gösterişli ibadethanesi olan Selimiye Camii’ne ulaştık, rehberimizin verdiği bilgiye göre Fransız mimar ve ustalar tarafından gotik formda inşa edilen ve o dönemde ismi St. Sophia Katedrali olan yapı, Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş, Selimiye Camisi adı verilmiş ve yapıya iki minare, bir minber ile bir mihrap ilave edilmiş. Dönüş yolunda uğradığımız 1937 yılında kurulmuş olan Lefkoşa’nın ilk kitapevi olan Rüstem Kitabevi ise mutlaka görülmeli, içeride bulunan orijinal kitaplar ve dekorasyon tek kelime ile olağanüstü. Akşam düzenlenen gala gecesinde bizleri Beşparmak dağlarının yamacında kurulan Roma dönemine ait Bellapais Manastırı’nda ağırlayan Jolly Yönetim Kurulu Başkanı Mete Vardar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye’nin bir parçası olarak gördüklerini, Kıbrıs turizmini canlandırmak ve geliştirmek adına 2019 yılında yatırımlarına devam ettiklerini söylerken, o gece ilk olarak bizlerle paylaştıkları Kıbrıs reklamı ile hepimizi büyüledi. KKTC Çevre ve Turizm Bakanı Fikri Ataoğlu, KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersoy ve Kıbrıs turizmcilerinin katıldığı bu gecede Kıbrıs’a verilen önem ve destek beni çok gururlandırdı. Ertesi gün Kıbrıs denilince belki de ilk akla gelen “Hellim” yapımı için rotamızı Hisarköy’e çevirdik, Girne bölgesinde bulunan bu küçük köyde Hatice teyze ve tüm köy sakinleri kendi hellimlerini yapıyor, çok uzun süren bir yapım aşaması olan hellim hem tuzlu hem de tuzsuz olarak yapılıyor. Hatice teyze bizi taze Hellim ikram etmeden yollamadı, itiraf etmeliyim ki taze hellimin tadı tarif edilemez, mutlaka Hatice teyzeyi ziyaret edip tadına bakmalısınız. Rehberimiz “İçerisinde bir kaçış tüneli bulunan ve dönem mimarisinin çok ötesinde inşa edilmiş Mavi Köşk’e doğru hareket ediyoruz” dediğinde bizi neyin beklediğini pek hayal edemediğimi Mavi Köşk’ü ziyaret ettikten sonra anladım. Dönemin ünlü mafyalarına avukatlık yapan fakat gizli olarak silah kaçakçılığı yaptığı düşünülen Pablo Pavlides tarafından 1956 yılında iki kat üzerine on üç oda olarak inşa ettirilmiş. Mavi köşk limana ve vadiye hakim bir noktada konumlanmış olmasına rağmen en büyük özelliği bulunduğu vadinin neresinden bakılırsa bakılsın, köşkün kesinlikle görülmüyor olması. Kaçak silahlara yüklü gemiler öncelikle, vadinin karşısındaki iki tepe arasındaki limana yanaşıp, köşkte bulunan Pavlides’in adamları tarafından fener yoluyla köşke ve sonrasında adaya sevk ediliyormuş. Köşkün burun mevkisinden ise havanın iyi olduğu zamanlarda gündüzleri Toros dağları, geceleri ise Mersin Anamur ışıkları görülebilmekteymiş. Hem silah sevkiyatını hem de gelebilecek tehlikeyi bu şekilde gözlemleyen Pavlides, burun mevkiine de bir oda büyüklüğünde savunma merkezi ve bir kaçış tüneli inşa ettirmiş. Mavi köşkü ziyaretten ettikten sonra gördüklerinizi ve duyduklarınızı hazmetmek biraz zaman alıyor. Yavru vatan Kıbrıs’tan ayrılmadan önce Jolly genel müdürü Figen Erkan bizleri adanın tek Maronit köyü olan, şimdiki adıyla Koruçam eski adıyla Kormacit’e güzel bir öğlen yemeğine davet etti. Kıbrıs Maronitleri Orta Çağ'da Levant'tan dinsel ve siyasi çatışmalar sebebiyle kaçarak, Kıbrıs'a yerleşen ve Maruni Kilisesi üyesi olan, günümüzde de varlıklarını devam ettiren bir topluluk, ana dilleri Arapça ancak hem Yunanca hem de Türkçe biliyorlar. Bölgenin en iyi restoranı olan Yorgo Kasap’ta bizi babası Yorgo’nun vefatı sonrası bayrağı devralan Maria karşılıyor. İşini aşkla yapan Maria bizimle Türkçe konuşurken ekip üyeleri ile zaman zaman Yunanca konuşuyor, gelen mezeler ve salata, arkasından gelen ev yapımı sucuk, mantar ve hellim çok lezzetli fakat biz büyük bir iştahla Kleftiko’yu bekliyoruz. Özellikle kırmızı et sevenlerin çok beğeneceği bir lezzet, kuzu eti ile patates küp kebabı denilen fırında uzun sürede pişiriliyor.
  Kıbrıs’tan çok güzel anılar biriktirmiş şekilde ayrılırken, Akdeniz’in bu cennet adasında keşfedilecek çok şey olduğunu gördüm, hemen yanı başımızda bulunan yavru vatanı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ziyaret etmek için mutlaka kendinize bir fırsat yaratın.