Anadolu sanatının en nadide temsilcilerindendi Aşık Veysel... Yunus'un, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan Abdal'ın, Dadaloğlu'nun çizgisindeydi. Hatta o çizginin son temsilcisiydi. Kördü ama görmez değildi. Herkesten daha iyi görüp, herkesten daha iyi hissederdi, dağı, taşı, çiçeği, toprağı ve insanlığı... İlk şiirini Mustafa Kemal Atatürk'e yazmıştı. 47 yıl önce, 78 yaşındayken aramızdan ayrıldı Veysel. AŞIK VEYSEL KİMDİR? Aşık Veysel ilk şiirini Atatürk’e yazmıştı. 1956 yılında Dinar’a yaptığı bir gezi sırasında şair Nedret Gürcan, Aşık Veysel’in yanından ayrılmadı. Hemen sesini kaydetmek için harekete geçti. Ve Yayınevi’nin yayınladığı ses kaydında Aşık Veysel, Cumhuriyetin 10’uncu yıl dönümünde bir destan hazırladıklarını, şiiri Ankara’ya gönderdiklerini, şiirin ardından kendilerinin de yola düştüğünü kendi üslubunca şöyle anlatıyordu: “Ankara’ya geldik. Misafir olacah bir yerimiz yoh. Cebimizde para yoh. Kendimize güvenemiyoruk otelde şurda burda yatmak için… Biz ne yaparız filan… Orda burda dert yanar iken, dediler Erzurumlu Paşo dayı var. O adam müsafiperverdir, sizleri misafir eder dediler. Sora sora o adamı bulduh. Hakigaten adam da misasirperver bir adamıdı. Dedim Hasan Efendi biz buraya yeyip içmek için gelmedik. Bizim maksedimiz var. “Neymiş” diye sordu adamcaağaz. Dedim böyle bir destanım var, bunu Atatürk'e duyurmak maksediyle geldim. Tanıdığımız yok, yolunu bulamıyoruz. Dedi, “vallahi ben işçi bir adamım böyle şeylerle alakamız yok. Ama burda bir milletvekili var, gidelim ona danışalım da o ne türlü yol gösterirse gidelim oğa gore iş tutalım” dedi. Gittik adama. “Ne istiyorsunuz” dedi. Valla halk şaeriyiz, Atatürk'ü görmek istiyoruz dedik. “Bırak canım” dedi, “siz kıyıda köşede çalın çağırın, geçin gidin beş-on para kazanabiliyorsanız” dedi. “Halk şaerine, şuna buna ehemmiyet veren yok” dedi. “Hayır öyle değil, bizim şöyle bir destanımız var, bunu okuyalım da onun için onu duyuracağız” dedik. “Söyle bakalım” dedi. Aynen destanı baştan ayağe kadar okudum. “Güzel” dedi. “Çok iyi yazmışsın ve iyi düşünmüşsün” dedi. “Bunu” dedi, “Hakimiyeti Milli Metbaası'na abimiz (anlaşılmıyor) Bey'i goriyim de” dedi. “Yarın saat sekizde bir cevap veririm”. Gittik. ATATÜRK ONU ARADI Sabahsı saat sekizde geldik. Adam gine “yok” dedi, “ben böyle şeye karışmam” dedi. Sonra dolandık İstanbul'a vardık. İstanbul'da, daha Angara'da radyo açılmamıştı, radyo evinde söylerken, Atatürk rahmetlik, Dolmabahçe Sarayı'nda içermiş. Duymuş. Biz çıktık (kesintiler) telefon etmiş radyo evine. Bizi de bir Arapkirli bir Mehmet Efendi isimli birisi, Kuledibi'nde kapıcıymış, bizi aldı oraya gotürdü. Orda çalıp eğleniyoruz. Radyo evinden cevap vermişler ki, “Çıktılar edreslerini bilmiyoruz”. Emniyet müdürlüğüne telefon etmişler. Polisler 12'ye kadar İstanbul'u alt üst etmiş, aramış daramış bulamamışlar. Sabahleyin geldik. Cemil Bey “yahu akşam nerdeydiniz bir fırsat kaçırdık ki”… “Hayrola neymiş” dedik. “Böyle böyle oldu, nerdeydeniz” dedi. Eee tabii müteessir olduk ama “iş elde çıktı, ne yapalım ya” dedik. “Valla ben bir mektup yazayım Yaver Şükrü Bey'e” dedi. “Gidin doğrulun doğru Dolmabahçe sarayına kadar” dedi. Yazdı, mektubu aldık, sazı aldık, haydi bakalım Dolmabahçe Sarayı'na. Vardık gapıya dayandık. Polisler “ne o” dediler, “böyle böyle olmuş” dedik. Komiser dedi ki “evet evet bırakın geçsinler akşam (anlaşılmıyor) Atatürk” dedi. Geçtik içeriye. Vardık, Yaver Şükrü Bey'e haber verdiler, geldi. Mektübü verdik. Açtı okudu. “Ne yapayım şansınız tutmadı” dedi. “Akşem o gadar arattım saat 12'ye kadar” dedi. “Fakat bulduramadım” dedi. “Malum bu bir keyf zamanıdır” dedi. “O zaman çok iyi, hakkınızda hayırlıydı” dedi. “Fakat şimdi söylenmez ve ben söyleyemem” dedi.” İŞTE, AŞIK VEYSEL’İN YAZDIĞI ‘CUMHURİYET DESTANI’… Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası Kurtardı vatanı düşmanımızdan Canını bu yolda eyledi feda Biz dahi geçelim öz canımızdan Sinesini hedef etti düşmana Ölmüşken vatanı getirdi cana Çekti kılıcını çıktı meydana Gören ibret aldı meydanımızdan Çekildi sancaklar dayanmaz canlar Şarktan garba gitti Türk’teki şanlar O kadar paşalar o zabitanlar Ayrılmadı asla sağ yanımızdan Dumlupınar Sandıklı’nın cephesi Dağları yıkıyor topların sesi Kahraman askerin hücum etmesi Cihan sele gitti al kanımızdan Kaçırdık düşmanı bulunmaz izi Bir hücumda geçti öte denizi Siyanet ettiler askerimizi Vatan memnun kaldı zabitanımızdan Şeyh Sait de yüzün tuttu isyana Milletini hor baktırdı vatana Fakir fukarayı boyadı kana Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye Başında sarığı değir mi diye Tarttılar şeyhleri ağır mı diye Haberin doğrulttun urganımızdan Şeriatı düşündüler şerciler Birtakım millete fesat verdiler Her biri bir yerde hep geberdiler Onlar kurtulmadı toplarımızdan Aklı başınd’olan düşünür bunu Şeriatçı oldu tüketen onu Dağda belde fukaraya soygunu Veren onlar idi vatanımızdan Menemen mes(e) lesi geldi meydana Orda birkaçları uydu şeytana Mehdi diye kendi kendin urgana Taktı kurtulmadı darlarımızdan Gazi Paşa Haziretli bir kişi Ne kadar cesaret tuttu bu işi Sarmıştı vatanı düşman ateşi Esirgedi bizi ziyanımızdan İddiacı Türkiye’nin insanı Çalışmakla kazandık biz vatanı Aç kurt gibi parçaladık düşmanı Şecaat görünce aslanımızdan Kurtardık vatanı bu belalardan Tiren hattı küşat ettik her yerden Terrakk’etti mektebimiz hep birden Teşekkür kazandık müşranımızdan Hükümet de milletini kayırdı Bir af etti hapisleri koyverdi Adaletle tebligatlar duyurdu Çok şeref kazandık bayramımızdan Türkiye’yi adalette yaşattı Dağları deldirdi demir döşetti Millete bir altın kemer kuşattı Haşa nankör olman devranımızdan Aşık Veysel bunu böyle söyledim Benden de yadigar bu kalsın dedim Sözlerim yalan mı dinle efendim Kürrei arz doldu hep şanımızdan AŞIK VEYSEL’İN HAYAT HİKAYESİ Veysel Şatıroğlu veya lakabı ile Âşık Veysel, 25 Ekim 1894 Şarkışla, Sivas’ta doğmuştur ve 21 Mart 1973 Sivrialan, Sivas’ta hayatını kaybetmiştir. Aşık Veysel Türk halk ozanıdır. Avşar boyunun Şatırlı obasına mensuptur. Aşık Veysel Şatıroğlu, 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Annesi Gülizar, babası “Karaca” lakaplı Ahmet adında bir çiftçiydi. Veysel’in iki kız kardeşi, yörede yaygınlaşan çiçek hastalığına yakalanarak yaşamlarını yitirdi. Ardından Veysel de yedi yaşında aynı hastalıktan dolayı iki gözünü de kaybetti. Kendi anlatımına göre: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.” Babasının, Âşık Veysel’e oyalanması için aldığı bağlamayla önce başka ozanların türkülerini çalmaya başladı. 1930 yılında Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile Kutsi Bey tarafından düzenlenen bir şairler gecesinde tanıştı. Kutsi Bey tarafından verilen destek ile birçok ili dolaşmaya başladı Âşık geleneğinin son büyük temsilcilerinden olan Âşık Veysel, bir dönem yurdu dolaşarak Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yaptı. 1965 yılında özel kanunla maaş bağlandı. 1970’li yıllarda Selda Bağcan, Gülden Karaböcek, Hümeyra, Fikret Kızılok, Esin Afşar gibi bazı müzisyenler Âşık Veysel’in deyişlerini düzenleyerek yaygınlaşmasını sağladı. Şarkışla’da her yıl adına şenlikler yapılır.