HANDE ZEYREK Çocukluğunda yazdığı kısa hikayelerle edebiyatın kapılarını aralayan yazar Merve Küçüksarp dördüncü romanı 'Yasaklar Şehrinde Aşk'ın merkezinde Amelya ve Halit Fikret arasındaki aşkın hikayesini anlatırken bir döneme de tanıklık ediyor... Merve Küçüksarp’ın hikayesi nerede başladı? Yazarlık serüvenimi soruyorsunuz sanırım. Pek çok yazarın yazma serüveni gibi benimki de çocukluk yıllarında başladı diyebilirim. Tek çocuk olduğum için nispeten daha yalnız bir çocuktum. O vakitler kısa hikayeler kaleme alıyordum, edebiyata, kitaplara oldukça meraklıydım. Ancak bu tutkumun peşinden o sıra gidemedim. Eğitim sistemi beni bu serüvenin çok uzağına bir yere attı. İTÜ’de mühendislik eğitimine. Üniversiteden sonra ise İstanbul Üniversitesinde Kadın Çalışmaları Bölümü'nde yüksek lisans yapmaya, bir yandan da Vatan gazetesinde kültür sanat üzerine röportajlar yapmaya, yazılar yazmaya başladım. Bu sırada durmadan okuyor, hikayeler ve denemeler kaleme alıyordum. Ancak ciddi anlamda yazarlık serüvenine adım atmam, ilk romanım Körkütük’ü yazmamla gerçekleşti. Bunu, Ab-ı Hayat ve 1922 İzmir yangınını anlattığım Hazan Vakti ve tabii ki Yasaklar Şehrinde Aşk romanları takip etti. Yasaklar Şehrinde Aşk, Osmanlı’nın son döneminde siyasi karışıklıklarını ve iktidar savaşlarını bir aşk ekseninde anlatıyor. Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu? Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci, Türkiye’nin modernleşme serüveni siyasi bilgiler üzerine doktora çalışması yaptığım dönem ilgimi çeken bir konuydu. Bilhassa II. Meşrutiyet dönemi. Cumhuriyet’in mutfağıdır o dönem çünkü. Baktığınızda II. Meşrutiyet dönemi aslında çok uzun bir dönem değil. Hepi topu 10 sene. Ancak Batılılaşma sancılarının en yoğun yaşandığı dönem budur. Üstelik Osmanlı bu dönemde dağıldı. Art arda savaşlar, çok partili hayat ve meclis deneyimleri, iktidar savaşları, sınıfsal değişimler, gayrimüslimlerle Osmanlı ruhdaşlığının son erişi… Bana kalırsa Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun 10 yılıdır. Romanınız bu dönemin küçük bir bölümünü anlatıyor... Evet, roman Meşrutiyet’in ilanından 31 Mart Vakası'na kadar olan dönemi konu alıyor. Meşrutiyet kutlamaları sırasında Pera’da iki adam tarafından kovalanan gayrimüslim bir kadının, yani Amelya’nın sığındığı eczanede padişahın eski nazırlarından birinin oğlu Halit Fikret ile tanışmasıyla başlıyor, 31 Mart Vakası sonrasında yaşanan siyasi hesaplaşmalarla sona eriyor. Romanı henüz okumayanlar için konusundan bahseder misiniz? Romanın merkezinde bir aşk hikayesi var. Amelya ve Halit Fikret arasındaki aşkın hikayesi… Amelya, Harem’de cariyeyken yaşlı bir Paşa’yla evlendirilen, kocası ölünce eski kimliğine, dinine geri dönen, gündüzleri bir kitabevinde çalışan, geceleri ise bir lokalde şarkı söyleyen, bazı yardım derneklerinde görev alan, özgür, asi ruhlu bir kadındır. Halit Fikret ile yaşadığı ilişki bağlamında hem keyifli ve dokunaklı bir aşk hikayesine tanık olurken, bir yandan da bu ilişkinin aynasında son dönem Osmanlı aydınının modernlik ve gelenekçilik açısından çelişkilerini görüyoruz. Nitekim o dönem kadın hareketinde oldukça etkin olan, özgür ruhlu bir kadın olan Amelya’nın karşısında bu çelişkileri Halit Fikret hissediyor. Diğer yandan romanın ilerleyen kısımlarında ise Halit Fikret’in en yakın arkadaşı Necdet’in bu aşk ilişkisine dahil olmasıyla meydana gelen olaylar anlatılıyor. Romanın siyasi portresini ise Meşrutiyet’i ilan ettiren hizip İttihat ve Terakki ile muhalif Ahrar Fırkası ve tabii ki iktidarını yeniden ele geçirmek isteyen Sultan Abdülhamid arasında meydana gelen siyasi kavgalar, oluşturuyor. Roman pek çoğu gerçek olan dönemin siyasi olaylarının ve cinayetlerinin, karakterlerin üzerinde yaptığı değişimlere mercek tutuyor. Bu kitabı okuyanlar neler bulacaklar? Artık siyah beyaz fotoğraflarıyla hatırlanan ve hüzün veren bir İstanbul’da, hatta Beyoğlu’nda, siyasi entrikaların yanı başında yaşanan, içlerine dokunacak bir aşk hikayesi... Bunun yanı sıra pek çok tarihi şahsiyetin ve gerçek olayın yer aldığı hikayenin rehberliğinde söz konusu dönemi yakından tanıma imkanı…